Çocukken Amerika’nın, Kolomb ‘dan önce boş bir ülke olduğunu düşünürdüm. “Kolomb Amerika’yı keşfetti” yazısını her okuduğumda zihnimde, üstünde hiçbir şey olmayan bomboş bir arazi beliriverirdi. Sonraları yerli Kızılderililer hakkında bazı şeyler okuduğumda, yerlilerin nüfusunun Kolomb ve diğer keşifçilerin yaptıklarını gizlemek isteyebileceklerinden dolayı Amerika’nın az nüfuslu olduğunu düşünürdüm.
Fakat daha sonra, “Vasco De Gama’nın Hindistan keşfi” ve “Marco Polo‘nun Çin keşfi” gibi farklı keşif haberleri okuyunca, keşif sözcüğüyle ilgili hayal gücümde bir problem olabileceğini ya da keşif sözcüğünün anlamı hakkında yanıldığımı fark ettim.
Çünkü Hindistan ve Çin’de insanların var olabileceğini Vasco De Gama ve Marco Polo’nun herhangi birinden daha önce biliyordum. Bu yüzden de “Yeni Dünya” hakkında daha fazla şey öğrenmek her zaman ilgimi çekmişti.
Görünüşe göre, Kolomb oraya ilk ayak bastığında Yeni Dünya aslında yeni bile değildi. İnsanlar, Amerika’ya M.Ö. 16.000’e kadar gōç etmişlerdi, hatta bazı arkeologlar daha ileri tarihler de verebiliyorlardı. Doğu Sibirya bölgesi halkının Bering Boğazı kara köprüsünden Alaska’ya gōç ettiğine inanılıyor. on Buzul Çağı’ndan sonra Bering Boğazı kara köprüsünün varlığı sona erdiği için, Amerika kıtasının Avrasya’yı birbirine bağlayan kara kütlesinden bağlantısı kesilmişti.
Şili’deki M.Ö. 14.000 yılları civarına ait olan insan yerleşimlerine ait olan arkeolojik kalıntılar, insan yerleşiminin kuzeyden güneye doğru genişlediğini göstermektedir. “Kayıp Dünya” adı verilen Amerika’daki insanlar hiç kaybolmamıştı. Dünyanın geri kalanına paralel olarak Amerika’nın da kendisi kadar gelişmiş ve sofistike olan ve tarımın yerelleştirilmesi ve yazının icadı gibi önemli bir dönüm noktasına ulaşmış kendi medeniyetleri ve toplumları vardı.
Amerika’nın coğrafi şeklini bilmeyen biri için bölgeyi 4 p∂rçaya bölmek resmi daha net hale getirecektir: Kuzey Amerika (günümüz Kanada ve ABD’den oluşur), Orta Amerika (günümüz Meksika, Guatemala, vb. oluşur), Güney Amerika ve Karayip Adaları.
Amerika’nın en uzun yaşayan uygarlığı, Orta Amerika’daki Maya Uygarlığıydı. Kuzey Amerika’da Mississippi bölgesi ve Güney Amerika’nın Andes bölgesi çevresinde önemli yerleşimler bulunuyordu. Avrupa keşif çağına geçtiğinde, Amerika’nın birbirinden bağımsız yürütülen iki önemli imparatorluğu vardı. Bunlar, günümüz Meksika’sında bulunan Aztek İmparatorluğu ve günümüz Peru’sunda bulunan İnka İmparatorluğu’ydu.
Aztek ve İnka İmparatorlukları, küçük imparatorluklar değildi. Her ikisinin de büyük nüfusa sahip olduğu (yaklaşık 10 milyon) düşünülürse, zamanın diğer önde gelen imparatorluklarından bile daha büyük oldukları iddia edilebilir. Örneğin Aztek başkenti Tenochtitlan (günümüzde Mexico City), toplam nüfusu yaklaşık 5 milyon olan 400 ila 500 küçük eyaleti yöneten Texcoco Gölü’ndeki bir ada üzerine kurulmuş bir şehirdi.
Kolomb’dan önce Amerika’nın toplam nüfusunun, 60 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor ve o zamanlarda toplam dünya nüfusu 500 milyon civarındaydı. Bu nedenle, yeni keşfedilen topraklar seyrek nüfuslu olmaktan uzaktı. Kolomb öncesi Amerika’nın yaratıcılığının ve sanayisinin kanıtı olarak dünyanın yedi harikası arasından ikisi olan Peru’daki Machu Picchu ve Meksika’daki Chichen Itza‘da hala görülebilir.
Ancak Kolomb’un keşfi ve Kolomb sonrası değişim, Yerli Amerikan Dünyasının nihai sonunu belirleyecekti. 100 yıldan kısa bir süre içinde, yerli Amerikalıların nüfusu yaklaşık 60 milyondan 5 milyona düşecekti.
Kolomb’un keşfi ve sonrasındaki değişim, daha derin bir iç gözlem gerektiren tarihsel bir olaydır. Aynı olayın, tüm hikayeyi hangi tarafın anlattığına bağlı olarak zıt bir anlatıma sahip olabileceğini de bize hatırlatıyor.
Kaşiflerin anlatımına göre Amerika’nın keşfi, yalnızca refah ve potansiyel zenginlik açısından değil, aynı zamanda kusursuz keşif ve macera açısından da bir insan zaferi olayıydı. Planladıklarından farklı bir ülkeye ulaşmış olsalar da keşif, kaşifleri haklı çıkardı çünkü bu bilinmeyeni keşfetmek için cesur eylem ve macera hikayesi, uzaydaki keşiflerimiz için hala kullandığımız bir anlatı özelliğini taşıyor.
Oysa yerlilerin anlatımına bakacak olursak, yerli nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı telef olduğu için tarihteki en büyük felaket olayıydı. Aslında bu, onlar için bir keşif bile değildi çünkü onlar baştan beri varlardı. Onlar için bu, filmlerde genelde korktuğumuz uzaylıların Dünya’yı ele geçirmesine ve daha sonrasında nüfusun azalmasına sebep olmasıyla neredeyse eşdeğer bir olaydı.
Hayat her zaman siyah ve beyaz değildir ve tarih bize hayatın sahip olduğu griliği farklı açılardan analiz etmeyi öğretir. Ancak herkesin hemfikir olduğu bir şey, olayın önemli bir oranda olduğudur, çünkü bu, tamamen kopuk ve birbirinden bağımsız çalışan iki farklı insan dünyasının aynı dünya gezegeninde bir araya gelmesi anlamına geliyordu.
Ayrıca, Avrupalılar ve kültürleri sonunda yeni dünyayı ele geçirmeyi başardıkları için yerli etkisinin dünyanın geri kalanı üzerinde çok önemsiz olduğu düşünülebilir ama yukarıda bahsettiğimiz gibi yerliler, kendi başlarına gelişmiş medeniyetlere sahiptiler. Gυns gibi gelişmiş siIahIar icat etmemiş olsalar da matematik, tıp ve yönetim gibi çeşitli alanlarda yenilikler tasarlamışlardı.
Ancak yerlilerin dünyanın geri kalanı üzerindeki bugün bile hayatımızı etkileyen en büyük etkisi, yerelleştirebildikleri Yeni Dünya Mahsulleri olarak bilinen mahsuller açısından oldu. Mısır, patates, domates, biber, fasulye, kakao, vanilya veya tütün gibi bugün çok alıştığımız bazı ekinlerin dünyanın yalnızca bir bölgesinde bu kadar uzun süre üretilebildiğini bilmek şaşırtıcı olsa gerek.
Temel beslenmemiz olmasının yanı sıra, bu ürünler artık farklı kültürlerle eş anlamlı olan mutfakları da oluşturuyor. Unutmayın, patatessiz İspanyol tortillası, bibersiz Hint körisi, domatessiz İtalyan sosu, kakaosuz Belçika çikolatası, Yeni Dünya Mahsulleri olmadan olamazdı.
Bu anlamda, yerlilerin bu mahsulleri yerelleştirmeye yönelik katkısı, sadece tükettiğimiz kaloride değil, aynı zamanda dünya çapında deneyimlediğimiz kültürlerde ve mutfaklarda da sonsuza kadar yaşar.
Kolomb keşfi, siyah beyaz terimlerle algılanamazken, Avrupa’nın nihai yükselişinde oynayacağı rol, Amerika’nın keşfi ve nihayetinde sömürgeleştirilmesi Avrupa’yı diğer kıtalardan daha fazla zenginleştirdiği için bu şekilde algılanabilir.
Çeviri: BÜŞRA EKİZ
Yorumlar 1