Günümüzde, bir yazarın hayatı İnternet sayesinde sıklıkla sergileniyor. Ancak bu durum elbette her zaman böyle değildi. Herkesin internet aracılığıyla bir ağ üzerinde toplanmasından yıllar önce, bir yazar veya ünlü hakkında ilginç bir şey bulmak çok daha fazla dikkat gerektiriyordu.
Dünyanın en yetenekli yazarlarından bazıları yazdıkları ünlü eserleriyle tanınırlar. Ancak kişisel yaşamları bu yönden tamamen farklı bir hikayedir.
İşte birazdan hakkında bilgi edineceğimiz on yazar da çok farklı ve ilginç hayat hikayelerine sahip ve onlar hakkında çok sayıda gerçek olsa da bu on yazarın hayat hikayesi öğrenmeye değer nitelikte etkileyici olanlardan bazıları.
Ernest Hemingway Neredeyse Peş Peşe Uçak Kazalarında Ölüyordu.
Ernest Hemingway inanılmaz bir hayat sürdü ve yaptığı her şeye baktığınızda, adamla ilgili yalnızca tek bir ilginç olaya değinmek hiç de olası bir iş değil.
Hemmingway, Birinci Dünya Savaşı sırasında ambulans şoförü olarak görev yaptı, İtalyan Gümüş Cesaret Madalyası ve Bronz Yıldız’ı kazandı. İspanyol İç Savaşı’nı bir gazeteci olarak takip etti ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Time dergisinde muhabir olarak görev yaptı – buraya kadar adamın olağanüstü bir hayat yaşadığını söylemek doğru, ancak 1954’teki iki uçak kazasıyla bu ilginç hayat hikayesi neredeyse yarıda kesiliyordu.
İlki, karısıyla Nairobi’den aşağı Victoria Nil Nehri üzerindeki Murchison Şelaleleri’ne giden gezi charter uçağına bindiklerinde geldi. Uçak bir elektrik direğini çarptı ve düştü, bu düşüş yolcuları ve mürettebatı tıbbi yardıma muhtaç bırakacak derecede sert bir düşüştü. Entebbe’ye gitmek üzere başka bir uçağa bindiler, ancak uçak pistte patlayarak Hemingway’i ağır şekilde yaraladı. O ve karısı nihayet kamyonla Entebbe’ye vardıklarında, yerel gazeteciler onun ölümünü çoktan rapor etmişlerdi ve bu da Hemmingways’in kendi ölüm ilanlarını okumasını mümkün kılıyordu.
Stephen King Cujo’yu yazdığını hatırlamıyor.
Stephen King, yarım asırlık kariyeri boyunca 100’e yakın roman yazmış, modern zamanların en üretken yazarlarından biridir. Bir romanın her ince ayrıntısını hatırlamaması oldukça mantıklı olsa da, King’in yazdığını hiç hatırlamadığı bir kitap var ve aynı zamanda bu kitap yazdığı kitaplar arasında en ünlülerinden biri. King Cujo’yu 1981’de yazdı ve onu bitirmiş olduğu on birinci romanı yaptı, buna rağmen ne üzerinde çalıştığını ne yazdığını ne de yayımlattığını hatırlamıyor.
King, “Yazma Üzerine” adlı kitabında bu boşluğunu açıkladı ve “Yazdığımı zar zor hatırladığım bir roman var, Cujo. Bunu gururla veya utançla söylemiyorum, sadece belirsiz bir üzüntü ve kayıp duygusu içindeyim. Kitabı seviyorum. Keşke sayfalara dökerken iyi kısımların tadını çıkardığımı hatırlayabilseydim.” diye belirtti. King, bu özel yazma deneyimini hatırlamamasının sebebinin alkolizm ve kokain bağımlılığı olduğunu açıkladı. Her gece bir kasa bira içtiğini ve o zamandan beri bağımlılıklarıyla uğraştığını belirten King, uzun bir süredir ayık olduğunu söylüyor.
Jack Kerouac, Araba Sürmeyi Asla Öğrenmedi.
Jack Kerouac, birçok insanın düşündüğünden daha üretken bir yazardı ve 1969’da akut karaciğer hasarından öldüğünde, toplam 20 roman yazmıştı. Kapsamlı bir bibliyografyaya sahip olmasına rağmen Kerouac, en çok 1957 Eylül’ünde yayınlanan Yolda adlı kitabıyla tanınır. Yazar, Kayıp Nesil için bir roman olan ‘Güneş de Doğar’ gibi Beat Kuşağıyla ilgili çalışmasıyla övgü topladı. Kerouac’ın ABD’deki seyahatlerine dayanan bu kitabı en çok satanlar listesine girdi. (Bibliyografya veya bibliyografi, bir konu hakkındaki yayınların tamamı.)
Yolda, Kerouac’ın ikinci romanıydı ve Beat Kuşağı’nın Birleşik Devletler’de var olduğu şekliyle kurulmasına yardımcı oldu. Kitap ve Kerouac’ın kendisiyle ilgili en tuhaf şey, yazarın araba kullanmayı asla öğrenememiş olması. Amerika Birleşik Devletleri’ni gezmekle ilgili bir kitabın yazarının ehliyeti yoktu ve gariptir ki almayı da hiç istememişti. Etrafta dolaşmak için Kerouac, arkadaşı Neal Cassady ve otobüslerine güvendi, asla direksiyonu eline almadı, “Arabanıza binip insanlardan uzaklaştığınızda ve onların geride toz zerrecikleri gibi dağılmasını izlediğinizdeki bu duygu nedir ” sözlerini göz önüne adığımızda bu şaşırtıcı bir durum.
George Eliot, İnsanların Düşündüğü Gibi Bir Adam Değildi.
George Eliot, gerçekçiliği ve ruhla ilgili içgörüleriyle tanınan yedi roman yazan, Middlemarch ile tüm zamanların en büyük romanlarından biri olarak lanse edilen tanınmış bir Viktorya roman yazarıydı. Eliot’un kitapları inanılmaz derecede başarılıydı, ancak onları okuyan pek çok kişi George Eliot’un Mary Ann Evans’a ait bir takma ad olduğunu bilmiyordu.
19. yüzyılın ortalarından sonlarına kadar kadınlar kendi isimleriyle yazabilirken Evans, yarattığı eserin bir kadın yerine bir erkeğin zihninden geldiğine herkesin inanmasına izin vermeyi tercih etti. O dönemin kadın yazarları ağırlıklı olarak romantik romanlar yazıyorlardı fakat George Eliot’un “yazdığı” bir kitabı daha önce okuduysanız, bu kitapların romantizmden çok İngiltere’deki yaşamla ilgili olduğunu bilirsiniz. Romanlarını takma isimle yazmaya karar vermesi, dünyanın romanlarını ciddiye almasını mümkün kılıyordu ama bu takma ismi kullanmasının bir nedeni daha vardı.
Evans, tanınmış bir editör ve eleştirmendi ve kurgusunu bu kariyerinden ayrı tutmak istiyordu. Aynı zamanda evli bir adamla ilişkisi nedeniyle ortaya çıkabilecek bir skandaldan kaçınmak için özel hayatını ayrı tutmakla da ilgilenmiş olabilir.
Franz Kafka Tek Bir Kitabı Bile Yazmayı Sonuna Kadar Sürdüremedi.
Franz Kafka, çoğu insanın lisede en ünlü eseri olan “Metamorphosis” adlı kısa öyküsünü okuyarak adını öğrendiği yazarlardan biridir. Yazı stili, 1924’teki ölümünden beri edebiyatı etkiledi ve Kafka günümüzde 20. yüzyılın modernist hareketinin en önemli edebi figürlerinden biri olarak kabul ediliyor. Tuhaf ve gerçeküstü durumları kullanması, çoğu yazarın tipik olarak kaçındığı temalara dayanan bir hikaye anlatmayı başardı ve çalışması, kendi yazı stiline benzer işleri tanımlamak için “Kafkaesk” terimini ortaya çıkaracak kadar benzersizdi.
Kafka, çağının en tanınmış yazarlarından biri olmasına rağmen, hayatı boyunca yayınlanan birkaç öykü dışında, tam olarak bir romanı yazmayı asla bitiremedi. Basılabilen üç romanı da, Kafka’nın ölümünden sonra arkadaşı ve edebi vasisi Max Brod tarafından bir araya getirildi. Kafka arkadaşının bitmemiş romanları ve diğer tüm çalışmalarını yok etmesini istese de, Brod onun dileğini yerine getirmeyi reddetti. Bunun yerine, bugüne kadar basılmış olan romanlarını tamamlamak için Kafka’nın notlarını ve onu hakkında bildiklerini kullandı.
J.R.R. Tolkien, Oxford İngilizce Sözlüğü İçin Araştırmacı Olarak Çalıştı.
John Ronald Reuel Tolkien, 20. yüzyılın en büyük yazarlarından biridir, aynı zamanda da bir şair, filolog ve akademisyendir. Yüksek fantezi dünyasındaki çalışmaları, Hobbit, Yüzüklerin Efendisi üçlemesi ve Silmarillion aracılığıyla Orta Dünya dünyasını yarattı. Tolkien’in çalışmaları tüm fantezi dünyasını etkilemeye devam ediyor ve bu sebeple Tolkien, genellikle “modern fantezi edebiyatının babası” olarak anılıyor. Bir fantastik roman yazarı olarak namını salmasının yanı sıra Tolkien, I.Dünya Savaşı’ndaki hizmetinin ardından Oxford İngilizce sözlüğü için de çalıştı.
Tolkien’in sözlük üzerindeki çalışması, onun ordudan ayrıldıktan sonra sivil olarak görev aldığı ilk pozisyondu. Zamanının çoğunu W harfiyle başlayan kelimelerin tarihi ve etimolojisi üzerinde çalışarak geçirdi. Uzmanlık alanı Cermen kökenli kelimeleri araştırmaktı. Tolkien, dünyaya “walrus”, “wampum” ve “waggle” kelimeleri için daha iyi tanımlar sağladı. Dil, Tolkien’in güçlü yönlerinden biriydi ve sözlükteki çalışmasının ardından 1920’lerin büyük bir bölümünü Beowulf’u çevirmek için harcadı ancak yazı, bitirmesinden yaklaşık 90 yıl sonra yani 2014’e kadar yayınlanmadı.
J.R.R. Tolkien hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayın.
Arthur Conan Doyle Doğaüstü Olaylara İnanan Biriydi.
Arthur Conan Doyle, 1887’de yarattığı Sherlock Holmes karakteri ile tanınan, hem yazar hem de doktorluk yapan birisiydi. Yarattığı karakter olan Holmes, romanlara, kısa öykülere, televizyon dizilerine ve filmlere konu olduğu için tarihin en tanınmış edebi figürlerinden biridir. Sherlock Holmes’un en çekici yönlerinden biri, bir gizemin doğasını keşfetmek için mantık ve mantığı kullanması ve bunun ona dünyadaki en iyi dedektif olma özelliğini kazandırmasıdır.
Holmes’un doğasını bilirken, Doyle’un tamamen mistisizm ve doğaüstü dünya ile alakadar olduğunu öğrenmek bir hayli şaşırtıcı olabilir. Bu ilgi alanları sayesinde Doyle, tüm zamanların en ünlü illüzyonisti Harry Houdini’nin yakın arkadaşı oldu. Houdini arkadaşlarına (ve hayranlarına) yaptığı illüzyonların birer yanılsama ve hilenin ürünü olduğunu açıkça dile getirirdi, ancak Doyle buna hiçbir zaman ikna olmamıştı.
Yazar, Houdini’nin doğaüstü güçlere sahip olduğuna ve bu gücünün yaptığı inanılmaz şeyleri yapmasını mümkün kıldığına inanıyordu fakat Houdini, 1920’lerin Spiritüalizm hareketine şiddetle karşı çıktığı için Doyle’un bu sözüne epeyce gücendi. Houdini sihirle uğraşan insanların dolandırıcı olduğunu sürekli olarak ifşa etti, ve Doyle’un Houdini’nin ruhani yetenekleri hakkındaki ısrarlarının devam etmesi Houdini’nin ve Doyle’un, sert ve alenen bir anlaşmazlık yaşamasına neden oldu.
George Orwell 1984 ‘ün Konusunu, İncelediği Bir Kitaptan “Ödünç Aldı”.
George Orwell, döneminin en saygın İngiliz romancılarından biriydi ve totalitarizmin (sosyalist veya faşist) kötülükleri üzerine yaptığı çalışmalar, çalışmalarının hala her yıl lise öğrencileri tarafından okunmasını sağlıyor. Orwell en çok bilinen iki kitabı, Hayvan Çiftliği ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ile tanınır. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört isimli kitabında Orwell, güvenlik için kişisel özgürlükleri takas eden, tarihi gerçekleri uygun yalanlarla değiştiren ve özgür düşünce ve konuşmayı yok etmek için kelimeleri yeniden tanımlayan (veya yasaklanan) distopik bir gelecek toplumunun hikayesini ele alıyor. Sonradan gelen otoriter devletin kitlesel gözetleme kullanımı, herhangi bir toplumda ortaya çıkabilecek en kötü durum senaryosunu yansıtıyor.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört: Bu Roman, tartışmasız Orwell’in en önemli eseridir, ancak şaşırtıcı bir şekilde Orwell, fikri başka bir romandan “ödünç almıştır”. Orwell kitabını yayınlamadan birkaç yıl önce, “Tek Devleti iktidara getiren bir devrimden 1000 yıl sonra” geçen, Yevgeny Zamyatin’in yazdığı Biz’in bir incelemesini yayınladı. Orwell, Biz’i eleştirdi ve hatta “genel olarak bizim durumumuzla daha alakalı” olduğunu belirtti. Zamyatin’in kitabının iyi bir şekilde bir araya getirilmediğini hissetti, bu yüzden Biz’in unsurlarını aldı ve kitap hakkındaki incelemesini yazdıktan üç yıl sonra bunları kendi kitabına yazdı.
Louisa May Alcott İç Savaşta Görev Yaptı.
Louisa May Alcott, sayısız roman ve kısa öykü yazmış, 19. yüzyılın en tanınmış Amerikan Roman yazarlarından biridir. Kariyeri boyunca birçok kitap yazdı, buna rağmen ”Küçük Kadınlar” ona tarihte bir yer kazandıran roman olarak yerini koruyor. Bu kitap, Massachusetts, Concord’daki Alcott ailesinin evinde geçiyor ve genel olarak onun erken yaşamına dayanıyor ancak yine de kitap yazarın hayatının ilk yıllarının bazı ilginç yönlerine neredeyse hiç değinmiyor. Yıllar boyunca sayısız kısa öykü ve mektup yazmasına rağmen, Alcott’un hayatı hakkında romanlarında anlatılmayan çok şey var.
1860’da Alcott, yazarlık kariyerine Atlantic Monthly ile başladı, ancak İç Savaş başladığında gönüllü olarak savaşa katıldı. 1862 ile 1863 yılları arasında Georgetown’daki Union Hastanesi’nde hemşire olarak çalıştı. Üç ay hemşire olarak hizmet etmeyi planladı, ancak turunun ortasında tifoya yakalandı ve ölümün eşiğinden döndü. O zamandan bu yana mektupları revize edildi ve Commonwealth’te ve daha sonra Hospital Sketches’da yayınlandı. Bu eserler, ona yazar olarak kalıcı bir kariyer sağladı. 1868’de Küçük Kadınlar’ı yayınladı ve kısa sürede zamanının en çok okunan roman yazarlarından biri oldu.
Boris Pasternak, Nobel Edebiyat Ödülünü Reddetti.
Boris Pasternak ismi Batılılara yabancı olsa da, Pasternak, 20. yüzyılın en büyük roman yazarlarından biridir. Şiir alanında yaptığı daha önceki çalışmaları, edebiyat alanında bir kariyer kurmasına yardımcı olduğu gibi, 1905 Rus Devrimi ile İkinci Dünya Savaşı arasında geçen bir hikaye yazmasını da mümkün kıldı. Hem adı Doktor Zhivago olan bu romanın hem de Pasternak’ın ilginç bir hikayesi var.
Pasternak’ın kitabı Sovyetler Birliği’nde yayınlaması yasaklandı, bu yüzden el yazmasını 1957’de yayınlanmak üzere İtalya’ya kaçırmayı başardı. Ertesi yıl Nobel Edebiyat Ödülü ‘ne layık görüldü. Bir yazarın alabileceği en imrenilen ödüllerden biri Nobel Edebiyat Ödülüdür ve hatta Nobel ödülüne aday olarak görülmek bile çok az yazarın ulaşabileceği bir mertebedir. Pasternak’ın ödülünü kabul etme zamanı geldiğinde, onu reddetti.
Nihayetinde, Sovyetler Birliği Komünist Partisi onu geri çevirmeye zorladığı için başka da bir seçeneği yoktu. Bunun reddini bir telgrafla yaptı ve, “Bu ödülün ait olduğum toplumda verildiği anlamı göz önünde bulundurarak, bana verilen bu hak edilmemiş ödülü reddetmeliyim. Lütfen gönüllü reddimi memnuniyetsizlikle karşılamayın. “diyerek ödülü reddetti. Fakat en sonunda torunu 1988’de Pasternak adına ödülü kabul etti ve Doktor Zhivago, 2003’ten itibaren Rus okullarında öğretilmeye başlandı.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Karantina Günlerinde Okuyabileceğiniz En İyi Kitap Önerileri
Herkesin Okuması Gereken En İyi 20 Bilim Kurgu Kitabı
Yorumlar 9