Bu listedeki on roman tümü, filmlerin, müziklerin, sanatın, tiyatronun değil, kitapların var olan en esnek, en içe dönük, en insani ve en eğlenceli medya biçimi olduğu inancını doğrulamaktadır. Ünlü bir yazar bir keresinde; Romanlar, iki insanın birbirine bağlanmasının en iyi yoludur demişti. Buna inanıyorum, ve kelimelerde hazzı ve keyfi bulamayan insanların da daha önce en iyi romanlardan birini okuma fırsatını bulamadığına inanıyorum.
Çoğu öğrenci edebiyatla modern zamana pek uyum sağlayamamış eski kitaplarla tanışır. Dürüst olmak gerekirse bu kitaplar da sıkıcı. Bu yüzden de bir çok çocuk oturma odasına gidip, televizyonun karşısına geçip ömürleri boyunca televizyona yapışık kalıyor. Şimdi daha fazla mazeret sunmadan size son 20 yılın en iyi romanları hakkında bilgi vereceğim.
Yangın Müziği – Music for Torching (A.M. Homes) (1999)
İlk Cümlesi: “Yine misafirlerin evlerine dağıldığı, ev sahip ve sahibesinin sarhoş halleriyle evi toparlamak için yalnız bırakıldığı o Cuma gecelerinin gece yarılarından biri.”
Listedeki tek kadın olarak, A.M. Homes, o inanılmaz yazma becerisi, eşsiz sesi ve kasvetli dünya görüşü yüzünden tanınmayı hak ediyor. Homes asıl berbat, aşkın tükendiği veya aşkın tükenmekte olduğu ilişkileri yazarken parıldıyor. Music for Torching’de parladığı gibi. Evli çift Paul ve Elaine, ilk önce Safety of Objects’deki kısa bir hikayede görünüp ardından kendi hayatlarını yaşamaya başladılar. Kenar mahallelerden birinde evlenmiş ve iki oğulları olan bu çifti, asla bulamayacağa benzedikleri, mutluluk veya herhangi bir memnuniyet kırıntısı arayışlarında takip edeceğiz. Yemek odasında sigara içmeleri, başkalarıyla ilişki yaşamaları, kendi evlerini yakmaya çalışmaları… hiçbir şey onların can sıkıntısını ve hayal kırıklığını iyileştireceğe benzemiyor. Sıkıştılar. Birbirlerine, çocuklarına ve kendilerine karşı yabancılaştılar.
Homes, bu yeterince yaygın kenar mahalle sorunları temasını, parlayan kalemiyle, ilginç yardımcı karakteriyle ve konularıyla, bir peri masalınınkine hiç benzemeyen sonuyla daha gerçek hissettiriyor.
Dövüş Kulübü – Fight Club (Chuck Palahniuk) (1996)
İlk Cümlesi: “Tyler bana bir garsonluk işi buluyor, sonra ağzıma bir silah sokmuş ve diyor ki, sonsuza kadar yaşamak istiyorsan, ilk adım olarak ölmek zorundasın.”
Tabii ki de Palahniuk da listede olmak zorunda. Fight Club’tan daha iyi romanlar yazmış olmasına rağmen (bkz.Survivor), gösteriye yeniden katılmasını sağlayan ve bıkkın yeni nesile geri adım atması için ilham veren kitap budur. Size konudan bahsederek haddimi aşmayacağım fakat, size Palahniuk’un romanlarının, cümlesi cümlesine dünyadaki en iyileri olduğunu söyleyeceğim. Onun hızlı, zeki kalemi dünyadaki en kötü DEHB hastalarının bile dikkatini çekmekte ve Fight Club’da işlenen evrensel ve erişilebilir isyan, başlangıca dönüş ve tüketim karşıtlığı temaları şu an dünyamızda umutsuzca ihtiyaç duyduğumuz konulardır.
Yapraklar Evi – House of Leaves (Mark Danielewski) (2000)
İlk Cümle: “Meraklılar ve aşağılayanlar, onu tanımlamaya ve alay etmeye çalışan tüm sözlükleri boşaltmaya devam ederken, “özgünlük” hâlâ bir tartışma başlatması en muhtemel kelime olmaya devam ediyor.”
Bu romanı açıklayabilecek sözcükleri sıralamak gerekirse: Büyüleyici, özgün, akıl almaz, dahice, kalp kırıcı, bağımlılık yapıcı, inanılmaz ve dudak uçaklatıcı. Bu liste uzar da uzar. Leaves gibi kendi dünyasını oluşturabilmiş başka bir novel daha yok. Danielewski bizi kendi akıl sağlığımızı sorgulamaya itti. Bizi üç buçuk dakika boyunca bir koridora yönlendirip, yalnız bir şekilde, titreyerek şu ana kadar hissettiğimiz tek şey olan, ama kesinlikle ve kesinlikle bu dünyadaki en dehşet verici şey olduğunu bildiğimiz canavarı beklemeye bıraktı.
Roman; hemen lanetli olduğunu anladıkları yeni bir eve taşınan ailemizi konu alıyor. Klişe ve basit duruyor değil mi ? Sizi aynanın karşısına geçmeye zorlayıp, kitaptan parçalar okumaya iten bir kitap hayal edin. Yirmi iki sayfa boyunca yankı kelimesinin kökeninin anlatıldığını hayal edin. Tamamen normal karakterlerin, sonu olmayan kanlı dipnotlarla siz kendinizi onlardan ayırt edemeyene kadar ve çıkış yolunu bulamayana kadar nevroz ve deliliğin derinliklerine doğru çekildiğini hayal edin. Hayal edin.
Bu ev canlı, ve nefes alıyor. Daha da ileri gitmeyin. Bu kitabı okuduğunuzu unutun. Listeyi okumaya ve hayatınızı yaşamaya devam edin. Bu kitabı OKUMAYIN. Uyarıldınız.
Aşk Artık Burada Oturmuyor – We Don’t Live Here Anymore (Andre Dubus) (2004)
Dubus, 20.yüzyılın saygı değer ve harika kısa hikaye yazarlarından biridir ve bu önermede haklılık payı da vardır. Bu kitap, daha önce yayımlanmış birbiriyle bağlantılı 3 romandan oluşuyor. Ayrıca başrolü iki gizemli oyuncu olan Laura Dern ve Naomi Watts’ın paylaştığı harika bir filmi de var. Kitap; fermuarlarını kapalı tutamayan orta yaşlı bir çifti konu alıyor. İlişkiler yaşandı, duygular paramparça oldu, durumun farkına varmaları engellendi, arkadaşlıklar test edildi.
Fakat bu kitabı harika kitaplardan biri yapan şey, izliyecilerin ortaya çıkardığı “gerçeklik”. Yazar, okuyucuyu her karakterin zihnine sokuyor ve bizi onlarla beraber yatak odalarına, ormana veya arka verandalarına götürüyor. “We Don’t Live Here” bizi sadece eğlendirmiyor, aynı zamanda bize kendi hayatımızı yaşayabilmemiz için bir yönerge sunuyor. Bize daha kimsenin bir şeylerin farkına varmadığını gösteriyor.
Yaptığımız ve hissettiğimiz şeyler sadece biçim ve şekil değiştiriyor. Uzun zamandır elimizde tuttuğumuz şeyler gittiğinde bize ne yapmamız gerektiğini, bununla nasıl başa çıkacağımızı gösteriyor. Bu kitap, ayrılığı, aşkı ve evliliği anlatıyor. Bu kitap, yalnızlığı, çocukları ve ev kadınlarını devre dışı bırakmayı ve ihaneti anlatıyor. Bunlardan da öte, her kararı tek başımıza vermek ve bu kararların sonuçlarına da tek başımıza katlanmak zorunda olduğumuz bir dünyada yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlatıyor. Bu kitap, iyi bir kitabın yapması gereken şeyi yapıyor: hissetmemizi sağlıyor.
Yol – The Road (Cormac McCarthy) (2006)
İlk Cümle: “Ormanda, gecenin karanlığında ve soğuğunda uyandığında yanında uyuyan çocuğa dokunmak için uzandı.”
William Faulker’ın izlerini fazlasıyla görebileceğiniz Cormac McCarthy, hâlâ yaşayan, en büyük roman yazarlarından biri, ve en yeni kitabı olan The Road, bu önermeyi doğrular nitelikte. McCharty’nin kısa diyalogları, Blood Meridiandaki gibi çok fazla olmayacak şekilde, çok küçük ayrıntılarla, bilinç akışıyla, erkeklikle ve dayanılamayacak kadar yoğun bir şiddetle doludur. Tüm bunlara ek olarak, romanlarının, çok kuvvetli bir üzüntü ile dolu olduğundan bahsetmiyorum bile ki bir romanın böyle olması hiç de kolay değildir. Romanları, her şeyin, mükemmel bir oranda birleşiminden oluşur, aynı ölçülere tamı tamına uyularak yapılmış bir kek gibi.
Roman, kıyamet sonrası dünyada, yolları yamyamlarla, açlıkla ve dondurucu soğukla kuşatılmış bir şekilde sıcak bir yer bulabilmek için güneye, Meksika’ya, yürüyen bir baba ve oğulu anlatıyor. Güneş, kara toz bulutlarının arkasında kaybolmuş, geriye kalan tek ışık kaynağıysa babanın oğluna duyduğu sevgiden geliyor. O ikisi birlikte olmazsa, her şey yok olur. Bu, kalp burkan, çaresizlikle dolu ve büyüleyici bir kitap. Kitabın kendisi ve yolculukları öyle yoğun ki anlatmak mümkün değil, bu yüzden anlatmaya hiç çalışmayacağım. Kalabalık bir Barnes and Nobles’ın ortasında, gözyaşlarımı, sanki gözümde bir şey varmış gibi yaparak saklamaya çalıştığımı söylememe izin verin. Kitap bitene kadar tek bir nefes bile alamayacaksınız. Hızlı okunan bir kitap, çünkü sonrasında ne olduğunu, onun sonrasında ne olduğunu ve onun da sonrasında ne olduğunu görmeniz gerekiyor.
Çekim Kuralları – Rules of Attraction (Brett Easton Ellis) (1987)
İlk Cümle: Bu, ünlü American Psycho kitabının yazarı Ellis’in ikinci kitabı. Bu kitapta da diğer çalışmalarının tarzından (Tekrar eden cümleler, seks, uyuşturucu, MTV müzik videoları, daha fazla uyuşturucu, daha fazla seks, aralara serpiştirilmiş birazcık şiddet) bu sefer tüm kitabın böyle olması dışında fazla uzaklaşmıyor. Bu sefer üzerine biraz daha kafa yormamız için Howard Roark’a imalar, farklı anlatıcılar, Los Angeles’da geçmeyen yarı uyumlu bir olay örgüsü gibi şeyler de veriyor. Yeteneği sonsuz ve cümleleri neredeyse siz bittiği için hayal kırıklığına uğrayana kadar sorunsuz bir şekilde devam eder. Bu dünyada kimse Ellis gibi yazamaz ki bir çoğu denedi, ve berbat bir şekilde başarısız oldu. Evet, Ellis dengesiz biri (olması gerektiği gibi), fakat aynı zamanda üretken, zamanını harcayan yetenekli bir yazar. Bu yüzden de parlıyor.
Kitap, New England’da kurgusal bir üniversitede, sex ve uyuşturucu ve sigara içip sevişmeye çalışan korkunç, bencil ve kusurlu bir toplum hakkında. Yaptıkları şeyler aşağılık ve ahlaksızca. Kitaptaki karakterlerin herhangi birini kurtarmanın hiçbir yolu yok, ama yine de bu kitap içinizi sızlatıyor çünkü, gerçek hayatta var olmamalarına rağmen, bu toplum hakkında daha iyi yazabilecek kimse yok. En son ne zaman üniversiteye gittiniz ? Amerika’nın etrafındaki üniversitelerde ne olduğunu düşünüyorsunuz ? İnsanların çoğu neye benziyor ? Bu kitap, hiçliğe karışan kayıp ve çekici genç toplumun belgeseli. Ve bu kimsenin umurunda değil.
Oscar Wao’nun Tuhaf Kısa Yaşamı – The Brief Wondrous Life of Oscar Wao (Junot Diaz) (2007)
İlk Cümle: “They say it came first from Africa, carried in the screams of the enslaved; that it was the death bane of the Tainos, uttered just as one world perished and another began; that it was a demon drawn into Creation through the nightmare door that was cracked open in the Antilles.” (Çeviremedim.)
Bu kitap ustalığı, özgünlüğü ve orijinalliği yansıtır. Bu kitap, Dominik-Amerikan bir ailenin nesillerinin Dominik Cumhuriyeti’nde karşılaştıkları zorlukları ve onları Amerika’ya kadar takip eden lanetlerini anlatıyor. Baş kahraman Oscar, Amerikada, RPG oyunları oynayan ve çaresizce gerçek aşkı arayan 130 kilo bir inek. Onu, gerçek aşkı bulmak için verdiği sürekli mücadelesinde ve sayısız reddedilişinde takip ediyoruz. Hiçbir kız bu terli, obez inekle bir şey yapmak istemez ve bir noktada acımanız “Yapabilirsin Oscar, Yapabilirsin !” diyecek kadar hayranlığa dönüşür.
Şimdi, annesinin tüm Dominik’deki en ateşli kadın olduğu ve tek bir bakışla erkeklerin kalbini kırdığı zamanlara dönelim. Kim Trujillo (şeytani diktatör) rejiminde yer alan ve kıtlıktan çıkmış gibi tecavüz edip öldüren, işkence eden bir gangstera aşık olur ki ? (Neden Beli, neden ?) Şimdi, Trujillo’nun kendisi öz kızına göz koyana kadar, ülkesinde dönen tüm bu işkencelere, tecavüzlere göz yumarak işini yapan saygın bir cerrahın, yani bu kızın babasının (Oscar’ın Büyükbabası), zamanına gidelim. O zaman “fukuların” (bozulamaz korkunç lanetler) gerçek olduğuna ve bu ailenin KÖTÜ bir tanesine yakalandığına inanabilirsiniz.
Diaz, Dominik tarihi ve folklorünü, mizahı, aşkı, seksi, ölümü, devrimleri, Castro’yu ve diktatörleri tüm zamanların en iyi birinci sınıf romanlarından birinde harmanlıyor. Güncel popüler referansları, tarihi dipnotları, sağlam, orijinal ve tazeleyici bir yazı stilini, gizemli bir anlatıcıyı, İspanyolca’yı, parlak bir mizahı, asırlık olay örgüsünü ve bunu anlık bir klasik yapmak için var olan en yürek burkan karakterlerden birini kullanıyor.
Sonsuz Bir Şaka – Infinite Jest (David Foster Wallace) (1996)
İlk Cümle: “Etrafı kafalar ve bedenlerle sarılmış bir ofiste oturuyorum.”
İşte, sonunda geldik. Listedeki diğer dokuz kitabı listede nereye koyacağımı düşünürken biraz zorlanmıştım, fakat bu kitabın yerini belirlemek benim için nefes almak kadar kolaydı. Bu kitap açık ara bu listedeki en iyi, en uzun, en zor, en sinir bozucu, en eğlenceli, en tatminkâr kitap.
Infinite Jest terimi, hem Hamlet’e, hem de Jim Incandenza’nın bir filminin başlığına ve bu filmi izleyecek kadar şanssız olanlara filmi tekrar tekrar, yerlerinden kımıldamadan – bu tuvalet ihtiyaçlarını oturdukları yerde gidermelerine, ölümüne aç kalmalarına, epilepsi krizi geçirmelerine ve insülin iğnelerini alamamalarına neden olsa bile – izlemekten başka bir şey yapmak istememelerine neden olabilecek, kitap boyunca fark edebileceğiniz bir gönderme. Nihayetinde, bu kitap, bağımlılığın hayal edebileceğiniz her formunu barındırıyor: Eroin, alkol, kenevir, kokain, ağrı kesici, seks, spor, temizlik vs. vs. vs.
Yüzlerce karakterle, neredeyse 400 dipnotla – ki 400 dipnot nereden baksan 1 kilo çeker – kitap, Boston ara sokaklarındaki bir rehabilitasyon merkezine ve oraya komşu olan Enfield Tenis Akademisine odaklanıyor. Wallace, bu kitaba AA (İsimsiz Alkolikler) toplantılarına giderek yüzlerce saatini verdi, ve – çabaları boşa çıkmadı – bu kitap alkol ve uyuşturucu bağımlılığı hakkında – kurgusal ya da gerçek fark etmeksizin – yazılmış en gerçekçi kitap olarak nitelendirildi.
Wallace Infinite Jest’de kendi dünyasını yarattı. Sadece büyük düşünceler barındıran bir roman değil. Infinite Jest, sadece, kendi jenerasyonunun en yüksek sesi olan bir yazarın büyük bir başarısı değil. Bitirdikten sonra sadece “Pekala, iyi bir kitaptı.” deyip hayatınıza devam edebileceğiniz bir kitap değil, hayatınızda devrim yaratabilecek bir kitaptır. Infinite Jest, kesinlikle kategorize edilebilecek bir kitap değildir. Bir romanın neler yapabileceği hakkındaki görüşümüzü baştan sonra değiştirmiş bir kitaptır.
Wallace kendini 2008’in sonlarına doğru astı. Infinite Jest ise onun tamamlanmış ikinci ve son romanıydı.
Hasan Arı
Yorumlar 3