Üslubu Quentin Tarantino’nunki kadar belirgin ve karakteristik olan çok az yapımcı vardır. 90’ların bağımsız sinema furyasında ortaya çıkan, film bilgisi oldukça yüksek yazar-yönetmen, bol katmanlı ve sürükleyici ve belki de en yaygın alıntılanan inanılmaz suç filmleri yaratmaktaki marifetiyle, önemli ve renkli bir sanatçı olarak bir anda ortaya çıktı. “Rezervuar Köpekleri”, “Ucuz Roman” ve “Jackie Brown”lı ilk yıllarından sonra Quentin Tarantino başarılı kariyeri boyunca intikam- gerilim filmleri, kung-fu aksiyonları, tarihi masallar (genelde gerçeğe tam tutmasalar da) ve Westernler çekti.
Ekibimiz Quentin Tarantino filmlerini iyiden kötüye dizmeye karar verdiğinde, bu işin zor olacağını zaten biliyorlardı. Quentin Tarantino filmleri kötü değildi ki! Yine de, terk edilmiş bir depoda, kızışan kanlı bir karşılaşma sonrası elimizde bir liste oluşmuştu işte. Akılalmaz karakterlerle, çarpıcı bir filmografiyle, dudak uçuklatan aksiyon sahneleriyle ve saf, utanmaz bir film aşkıyla doluydu bütün bu eserler. Kuralımız Tarantino’nun yönettiği eserleri ele almaktı; yani Tarantino’nun senaristi olduğu “Gün Batımından Şafağa” ve “Çılgın Romantik” bu listede yer almıyor. Aynı şekilde Tarantino’nun yalnızca bir kısmını çektiği derleme “Dört Oda” veya CSI ve ER dizilerindeki bölümleri de yok. O zaman, “Ucuz Roman”ın müziklerini başlatıp Quentin Tarantino filmleri olarak hazırladığımız puanlamamızı okumaya başlayın hadi.
10. Zincirsiz (Django Unchained) – 2012
Son zamanlarda Quentin Tarantino filmlerinin hem süresi uzadı hem de daha odaksız olmaya başladı. Eğer bu durumdan mağdur bir eseri varsa o da “Zincirsiz”dir. Bunun sebebi çoğunlukla, özgür kalan bir köle olan Django’yla (Jamie Foxx’un mükemmel oyunculuğuyla) hakiki bir siyahi ikon yaratan heyecan dolu, Western’imsi bir intikam dramı olması. Ancak bu sırada plantasyon köleliğinin en kötü yanlarını göstermekten zevk alma eğiliminin yanında, gerçekten de alçak ırkçılardan alınan intikamın vahşetini göstermekten de çekinmiyor olmasıdır.
Artık klasikleşen Quentin Tarantino filmlerinin parçalarını görebiliyoruz bu filmde. Tarih olarak hatalı şarkı seçimleri, zeka akan hazır cevaplar (Christoph Waltz, Soysuzlar Çetesi’ndeki Hans Landa’nın tam aksine sevecen ve güler yüzlü bir karakter oynuyor) ve filmin türüne dair oldukça sağlam, katmanlı bir bilgi birikimi. Ama film fazla uzun. Çok rahat bir şekilde çıkartılacak sahneleri ve yönetmenin korkunç bir Avustralya aksanıyla aldığı küçük bir rol aldığı bir kısmı var. Köleliği resmeden bir filmin olması gerektiğinden çok daha eğlenceli, ama doruğundaki karikatürleri andıran sinematik çatışma sahnesi kan dolu bir cümbüş olmaktan eksik kalmıyor.
9. Ölüm Geçirmez (Death Proof) – 2007
Hor görülen tek Quentin Tarantino filmi “Ölüm Geçirmez” ama aslında çoğu kişinin düşündüğünden çok daha iyi bir film. Süresi iki saatten kısa olan nadir Quentin Tarantino filmleri içinden biri olarak, yönetmenin en sevdiği araba filmlerinden ve psikolojik gerilimlerden ilham alıp bilerek düşük bütçeli filmlere benzettiği ve direksiyon başındaki bir manyağı anlatan heyecanlı bir film. Diyaloglar yönetmenin diğer eserlerindeki kaliteye ulaşamasa da (ki bu oldukça zor zaten), Kurt Russell’ın ikonik karakteri Dublör Mike karakteriyle peşine düştüğü, eğlence düşkünü iki kadının yaşadıklarını izlemekten alınacak büyük bir zevk var ortada.
Gereksiz vahşet sahneleriyle ve “Dehşet Gezegeni”ni aratmayan iğrençliğiyle bölünen oldukça eğlenceli bir film çoğunlukla. Ancak sonundaki adrenalin dolu araç kovalama sahnesinin ve insanın ağzını açık bırakan dublör Zoe Bell’in başarısının eşi benzeri yok. Tabii sonunda da saf bir katartik başarıyla kapanıyor. Ve tabii Weinstein-sonrası dünyamızda daha önce Rose McGowan’ın sahnelediği bir karakteri hedef almış yaşlı beyaz tacizcinin film dünyasındaki bir grup kadın tarafından alaşağı edildiğini göstermesi de dikkat çekiyor.
İlginizi çekebilir: Size Her Şeyi Sorgulatacak 15 Psikolojik Gerilim Filmleri
8. Kill Bill: Volume 2 – 2004
Yapımcının kendisi, Beatrix Kiddo’nun büyük ses getiren intikam katliamının aslında tek bir film olduğunu savunabilir. Ancak iki filmin hissiyatı birbirlerinden oldukça farklı. İlk film Doğu temalarıyla doluyken, Volume 2, Gelin Budd’ı, Elle Driver’ı ve sonunda Bill’in kendisini kovalarken çok daha Western bir hava sunuyor. Önceki filmden biraz daha durgun olsa da, gözbebeğine mal olan Elle kapışması, kahramanımızın diri diri gömülüp yumruklarıyla hayata dönmesi, ve geçmişi gösteren uzun Pai Mei sahneleriyle, marifet dolu sekanslar barındırıyor bu film de. Kapanış kısımları Tarantino’nun yazdığı en iyi diyalogları barındırmasa da hareket dolu ve kan revan içindeki hikayeyi merak uyandıran küçük çaplı duygusal bir bitişe ulaştırıyor. Peki rolün Zendaya’ya verildiği bir Volume 3 çıkabilir mi artık lütfen?
7. Jackie Brown – 1997
Bazı çevrelerde, Quentin Tarantino filmlerinden bu üçüncü film kıymeti bilinmeyen, yönetmenin en has ve sade şaheseri olarak adlandırılıyor. Böyle denmesinin bir sebebi bu filmin Quentin Tarantino filmlerinden direkt uyarlama (Elmore Leonard’ın “Rum Punch” adlı romanından) olan tek film olması, ama bu filmin aynı zamanda “Ucuz Roman” kadar tarz sahibi olmadığı (olabilen var mı ki?) ve “Rezervuar Köpekleri” kadar da şaşırtıcı olmadığı yadsınamaz gerçekler arasında.
Ama unutmamak gerek ki, bu filmde Quentin Tarantino filmlerinin şaşmazlarının hepsi yine yer alıyor. Açılış sahnesinde Bobby Womack’in “Across 110th Street” çalması Tarantino’nun en iyi müzik seçimlerinden biri olabilir. Artık klasikleşmiş diyaloglar ve herkesin muhteşem oyunculuğu. Pam Grier’in Brown olarak harika bir oyunculuk sergiliyor. Robert Forster’ın kefaletnameci karakteri Max Cherry’yle harika bir kimyası var. Aynı zamanda Samuel L. Jackson repliklerinin her bir kelimesinin tadını çıkartırken, Robert De Niro da ahmak Louis Gara’yla harika bir iş çıkartmış. Ama bütün bunlara rağmen, film boyunca Tarantino bir tık kendini geri çekmek zorunda kalmış gibi.
6. The Hateful Eight – 2015
Filmin isminden belli olduğu gibi, Tarantino’nun en acımasız halini görüyoruz bu eserde. İç Savaş sonrasında Amerika’nın batısında bir avuç hergeleyi bir kabinde mahsur bırakıyor. Onlar da burda, planlar yapıyor, dolaplar çeviriyor, fırça çekip birbirlerine saldırıyorlar vahşi bir gece boyunca. Bazı yönlerden bakınca, filmin üç saatlik çirkinliğini izlemek yorucu olabiliyor. Ancak bu kasvet özellikle yapılıyor tabii. Bazen temposu aşırı kontrol edilen bir destan, bazen de kavgaya dönüşmeye ramak bırakan gergin diyaloglarıyla “Rezervuar Köpekleri”ne bir atıf oluyor. Hiçbir şey olmasa, “Hateful Eight”, Amerika’nın en çirkin toksik yönlerinin birbiriyle savaş içinde oluşunu göstererek yıllar öncesinde olduğundan çok daha “yerinde” bir konumda artık. Bütün bunların üstüne bir de harika bir Ennio Morricone imzalı müzikleri ve göz kamaştıran ultra geniş çekimli bir görüntüsü var.
5. Bir Zamanlar Hollywood’da (Once Upon A Time In Hollywood) – 2019
Quentin Tarantino filmlerinin en karanlığının hemen arkasından geldi bu belki de en parlak filmi Hollywood’un Altın Çağı’nın son günlerine sunulmuş bir övgü. Böylece yapımcı, gençliğinin Hollywood’unu yeniden yaratıp içine kendi yarattığı iki karakteri atma fırsatı buldu. İşte karşımıza Leonardo DiCaprio’nun kendine güveni pek de olmayan Rick Dalton’ı ve Brad Pitt ’in tasasız dublörü Cliff Booth çıktı, sahneyi de Sharon Tate, Steve McQueen ve (bayağı bir olay olan) Bruce Lee’yle paylaştılar, sevgi ve oyun dolu gerçeği ve kurguyu birbirine katan bu eserde.
Dalton ve Booth, Quentin Tarantino’nin uzun yıllardır yazdığı en havalı iki karakter. 150 küsür dakika boyunca arkaya yaslanıp keyif yapmanızı sağlayan harika bir ikili. Yapımcının en sakin, dermansız halini görüyoruz,. Bu da Dalton’un eski günleri ve galibiyetlerini yadetmesiyle ve eski günlerin şanı geri gelecek mi sorgusuyla karşımıza belki de bir Tarantino aynası olarak çıkıyor. Ama alıştığımız Tarantino vahşeti işin içine girince, 60’ların sonunun haberini veren korkunç bir trajedinin biraz tatlı bir yeniden yazımı çıkıyor karşımıza. Böylece filmin ismi gibi, Tarantino masalıyla karşılaşıyoruz.
İlginizi çekebilir: Brad Pitt Kimdir? – Biyografi
4. Soysuzlar Çetesi (Inglorious Basterds) – 2009
Quentin Tarantino filmlerinden İkinci Dünya Savaşı filmi harika bir replikle bitiyor: “Sanırım bu benim şaheserim oldu”. Eğer yapımcının en iyisi değilse bile bu film, en yakınlarından biri olduğu kesin. Fransız sinemaseverlerin ve kin dolu Yahudi askerlerin Nazileri yok edişini anlatan harika bir hikaye. Tarantino’nun en güçlü yönü hep sahne yazımı olduysa eğer, bu filmde en üst seviyelere ulaşıyor. Christoph Waltz’ın oynadığı Hans Landa karakteriyle olan karın ağrıtacak kadar stres dolu başlangıç kısmında veya La Louisiane kısmındaki git gide artan riskli kısımda görüyoruz bu yazarlığın ne seviyelere çıktığını.
Çetenin kendisini izlemek de aşırı zevkli tabii. Brad Pitt’in oynadığı Aldo Raine’in harika(!) İtalyan aksanıyla geçen son kısımlar ve ateş dolu final, sinemanın gücüne yazılan tutkulu bir aşk mektubu halini alıyor. Klasikleşen sahnelere gelince de, Mélanie Laurent’ın Shoshanna olarak kostümüne büründüğü sahne ve çalan David Bowie’nin Cat People şarkısı bunlardan birisi oldu.
3. Kill Bill: Volume 1 – 2003
Bu film, Tarantino’nun belki de en büyük başarılarından biri. Biraz daha ölçülü bir eser olan Jackie Brown’dan sonra, yapımcı her şeyi en üst seviyeye çıkartıp duyularıma resmen bir savaş açmış. Hiper gerçek bir dünyada göz kamaştıran renkler, kan fıskiyeleri, ve çizgi romandan fırlama yüzlerde katil sunan “Kill Bill: Volume 1” maximalismin harika bir kutlaması resmen, uzun uzun anime bölümü ve yakuza dövüşleriyle beraber. Uma Thurman’ın Gelin karakteri ikonik olmaktan geriye kalmıyor, ona karşı cephe alan katil gruba karşı intikam ararken. Ve Crazy 88’le karşılaşması başladığında, vahşet o kadar üst seviyedeydi ki Quentin Tarantino, filme yaş sınırı gelmemesi için siyah beyaza dönmek zorunda kalmış. Burda, Tarantino film yapımcılığı cephaneliğinde ne varsa kullanıyor bu gerçek olmayan ama kendi kuralları olan dünyayı yaratırken. Sonuç ise, aşırı iyi, aşırı zevkli ve aşırı Quentin Tarantino tabii ki.
2. Ucuz Roman (Pulp Fiction) – 1994
“Rezervuar Köpekleri”, Tarantino’yu bağımsız Amerikan sinemasında yükselen biri olarak ortaya koyduktan sonra, yapımcımız çıkış eserini güzel yapan her şeyi almış. Üstüne daha da geliştirmiş. İçiçe girmiş hikayeler arasında, birkaç kiralık katil, silahlı soyguncu, arabulucular ve yaşı ilerleyen bir boksör kendilerini ölüm, uyuşturucu ve kıl payı kurtuluşlardan oluşan 90’ların Los Angeles’ında geçen bir hikayede buluyorlar. Bunların hepsi de popüler kültür, din ve bir suçun doğası üzerine bilinçli bir şekilde yazılmış konuşmalarla dolmuş.
Film aynı anda hem her şeyle, hem de hiçbir şeyle ilgili. Stilin coştuğu ama içeriğin de geri kalmadığı, ve diyalogların da genel halkın kültürüne parça parça sağlam yer edindiği bir film. “Ucuz Roman” 90’ların bağımsız sinemasını ve Tarantino’yu o kadar zevkli ve yeni yapan her şeyin şekil bulmuş hali resmen, eğlenceli, beklenmedik gelişmelerle dolu, türüne dair oldukça bilgili, ve mükemmel sahnelere mükemmel müziklerin eşliğinde. John Travolta, Samuel L. Jackson, Uma Thurman, Harvey Keitel, Bruce Wills ve dahasının gerçekten de ikonik oyunculuklarından en iyisi seçmek imkansız resmen. Kusursuz diyemesek de 25 yıl sonra kesinlikle hala kalitesinden ödün vermiyor.
1. Rezervuar Köpekleri (Reservoir Dogs) – 1992
“Ucuz Roman” belki daha büyük bir yapım ama, tartışılır ki “Rezervuar Köpekleri” de bir o kadar daha kaliteli. Quentin Tarantino filmlerinin çoğunluğunun iki saati hayli aştığı bir dünyada, “Rezervuar Köpekleri”nin sıkı verimi ve nokta atışları göz önüne çıkıyor. Quentin Tarantino’yu usta bir yapımcı yapan her şeyin özünün tam 99 dakikalık bir esere sığdığını düşünün. Filmde ne ararsanız var resmen, kurguda ters köşeler, kronolojik olmayan anlatım, akıl almaz müzik seçimleri, kültür detaylarıyla dolu görünürde uyumsuz kaçan muhabbetler, (artık çok şaşırtmasa da) sarsıcı vahşet sahneleri ve her şeyden öte katıksız, hiç bulandırılmamış bir ‘cool’luk.
Temeline baktığınızda bu soygunu asla görmediğiniz bir soygun filmi, ama bunun yerine, paranoya kaynayıp taşarken renklerle ayrılmış suçlular birbirine girerken, planların kuruluşuna ve kaos dolu akıbetine şahit oluyoruz. Kurnaz, komik, zekice, ve kendine has bir stili olan kuşkusuz ki bir klasik haline gelmiş bir suç filmi. Bu film çıktığından beri George Baker’ın ‘Little Green Bag’i ve Madonna’nın ‘Like A Virgin’i eskisi gibi dinleyemiyoruz.
Yazar: Ben Travis
Çeviren: H. Çınar Demir
Kaynak: Empire Online
Bunlar da ilginizi çekebilir
Dünyaca Ünlü Yazarlar Hakkında Şaşırtıcı 10 Gerçek
Yorumlar 1