Çok sık tartışılmayan bir konu akıl hastalarının durumudur. Ancak akıl hastalarının nasıl tedavi edildiğinin tarihi daha da az tartışılır. Bunun nedeni, çoğumuzun pek iyi anlamadığı garip bir konu olmasıdır. Akıl hastalarının ve ailelerinin çektiği acılarla empati kurarken, onlara yardım edemediğimiz için güçsüz de hissederiz. Şimdi, yüzyıllar önce insan sağlığına ilişkin genel bilgi günümüzün sadece bir parçası iken, akıl sağlığının nasıl görüldüğünü bir düşünün. Muhtemelen o zamanlar kibar sohbetlerde daha da garip bir konuydu ve daha da az anlaşılıyordu. Sonuç olarak, tarih boyunca akıl hastaları işkence gibi her türlü şüpheli muameleye maruz kalmıştı. Hatta “iblislerini” kovmak için teolojik çözümlere bile teşebbüs edilmişti.
Akıl hastalarına karşı yeni bir yaklaşıma yol açan perspektifler
Neyse ki 19. yüzyılın başlamasıyla birlikte, akıl hastalarının daha iyi anlaşılmasına giden bir yol açıldı. Bu yeni zihniyetin çoğu, filozoflar, bilim insanları ve tüm toplumun dünyaya farklı bakmaya başladığı Aydınlanma Çağı’ndan kaynaklanıyordu. Psikiyatrinin başlangıcı bu yeni perspektiften doğdu. Sigmund Freud ve meslektaşları tarafından ortaya çıkarılanlar gibi dikkate değer atılımlara yol açtı. 19. yüzyılda dünyanın akıl hastalarına nasıl davrandığını değiştiren diğer beş yola bakalım.
Aniden artan araştırmalar
Günümüzde belirli konuları incelemek için üniversitelere gitmek olağandır, ancak birkaç yüzyıl önce var olan üniversiteler için aynı şey söylenemez. Bu durum 19. yüzyılda daha fazla akıl hastanesi inşa edildikçe ve akıl hastaları için yeni tedaviler uygulandıkça değişmeye başladı. Bu yeni durum, bu yeni psikiyatri alanını araştırmak isteyen daha fazla yeni öğrenciyi çekti. Toplumdaki en parlak beyinlerin çoğu, bazı insanların neden “delirdiğini” keşfetmek istiyordu. Araştırmadaki bu artış büyük kazançlar sağladı.
Oxford’dan Thomas Willis adlı bir doktor, nöroloji terimini ilk kullanan kişi oldu. Amacı, hangi zihinsel işlevlerin insan beyninin belirli bölümleriyle ilişkili olduğunu belirlemekti. Willis ilk olarak vücut ve zihin arasında aracı görevi gören merkezi ve çevresel sinir sistemine sahip vücut modelini yaptı.
Hollandalı bir başka doktor, Archibald Pitcairn, akıl hastalıklarının “geçici coşkunun düzensiz faaliyetlerinin neden olduğu yanlış fikirlerden oluştuğunu ve bu faaliyetler sonrasında uzuvlarda şaşkın ve kontrolsüz hareketler üretmek için kaslara döndüğünü,” iddia etti. Pitcairn’in keşfettiği bu durum, kimyasal dengesizliklerin beyinde akıl hastalığına neden olduğu gerçeğiydi.
Geliştirilmiş ahlaki muamele
Ne yazık ki Aydınlanma Çağı’ndan önce akıl hastaları insanlık dışı muamele görüyordu. Elbette bunun temeli, insan olduklarına inanılmamasıydı. Böylece o dönemki doktorlar onlara gösterdikleri muameleyi haklı çıkarabilirlerdi. Yeni aydınlanmış yaklaşımla birlikte, psikiyatri akıl hastalarının ahlaki tedavisini benimsedi. Bu bakış açısı, acı çekenlerin hala insan olduğuna ve buna göre muamele görmeyi hak ettiklerini savunuyordu.
Paris’teki Bicetre Hastanesi’nde çalışan Philippe Pinel adında bir Fransız doktor, akıl hastalarının ahlaki tedavisinin güçlü bir savunucusuydu. Pinel, fiziksel tacizden ziyade sabır ve nezaketin kullanılmasını istiyordu. Pinel, akıl hastalarına günlük yürüyüş ve dinlenme aktivitelerinin verilmesini yanı sıra onlarla kibar konuşulmasında ısrar etti. Bu tedaviyi kendi araştırmasına, düşüncelerine ve gözlemine dayanarak uyguladı. Ahlaki muamelenin tüm dünyaya yayılmasının nedeni onun büyük başarısıydı.
Sinir bozuklukları
Bugün, ne zaman bir kişi sinir rahatsızlığı geçirse, diğer şeylerin yanı sıra, genellikle kalp sorunları, yüksek tansiyon ve nefes almada güçlük yaşadığını biliyoruz. Bununla birlikte, sinir bozukluğunun parçalanmış sinirlerden veya sinir krizinden kaynaklandığına inanılırdı. Semptomlar farklı şekilde tanımlanırdı. Belirtiler, kan basıncı veya nefes alma zorluğu gibi şeyler yerine, umutsuzluk, çılgın düşünceler veya hayata karşı genel kayıtsızlık gibi şeylerdi.
Tarih boyunca bir sinir bozukluğu damgalanmıştır. Güçlü insanların bu tür rahatsızlıklara maruz kalmadığına dair bir kamuoyu inancı vardı. Yine de kapalı kapılar ardında, özel sinir merkezleri kurulup iyileşmelerine yardımcı olmak için kaplıca gibi şeyler sunulan zengin insanlar sinir rahatsızlıklarıyla gizlice uğraştı.
Ne yazık ki, sinirsel bozukluklardan mustarip yoksulların böyle bir alternatifi yoktu. Sıradan insanlardan daha zayıf olarak hem rahatsızlıklarından hem de aşağılanmalardan acı çekmeye zorlandılar. Neyse ki, sinirsel bozukluklarına karşı ortaya çıkan yeni bakış açısı, haklarındaki acı verici yanlış bilgileri yavaşça ortadan kaldırdı.
Akıl hastanelerindeki artış
Akıl hastanelerini düşündüğümüzde, onların korkunç görüntülerini akla getirme eğilimindeyiz. Çoğumuz hayalet hikayeleri duyduk ve akıl hastanelerini içeren korku filmleri izledik. 19. yüzyılda akıl hastanelerine giden insan sayısında inanılmaz bir artış oldu. İngiltere, 1800’den 1900’e kadar hastaların sayısında on kat artış olduğunu bildirdi. Geçmişe bakıldığında tarihçiler, üç faktörün birleşiminin bu sayıların sadece bir yüzyılda neden bu kadar hızlı arttığını açıkladığına inanıyorlar.
İlk faktör, modernleşmenin stresiyle ilgilidir. Bazılarımız onlara diğerlerinden daha iyi uyum sağlasa da değişikliklerin herhangi bir dönemde kabullenilmesi her zaman zordur. İkincisi, giderek daha fazla insan yardıma ihtiyaç duydukça, genel nüfus akıl hastalığına daha anlayışlı hale geldi. “Damgalanma” yavaş yavaş silindiğinden, insanlar yardım istemekten korkmuyorlardı.
Sonunda, psikiyatri alanı daha güçlü hale geldi ve daha meşru bir otorite olarak tanındı. Doktorlar ve psikiyatristler, durumu daha derin bir düzeyde anlamaya başladıkça daha fazla insanı akıl hastanelerine yönlendirmeye başladılar.
Dorothea Dix’in etkisi
19. yüzyıl, akıl hastaneleri, yeni araştırmalar ve tedavilere tanık olmasının yanı sıra akıl hastaları için başka zorluklara da tanık oldu. Her yeni durumda olduğu gibi, bazı insanlar, zihinsel rahatsızlıklara yardım etmek yerine daha önemli kârlar elde etmeye çalıştılar. Dorothea Dix adlı bir kadın, bu savunmasız insan grubuna karşı herhangi bir kötü muameleye tahammül etmemeye kararlıydı. Akıl hastanelerindeki, tıbbi tesislerdeki, fakir evlerdeki tüm acılara ilk elden tanık olmuştu ve akıl hastalarına yapılan zulmü açığa çıkarmaya çalıştı.
Dix, bu davasını önce Boston’a götürdü ve burada Unitarianism’in lideri ve sosyal reformların savunucusu olan Rahip William Ellrey Channing gibi bazı güçlü müttefikler keşfetti. Akıl hastalığı olanların yaşam koşullarını incelemek için Massachusetts boyunca seyahat etmeye başladı. Gördükleri onu tiksindirdi. Ocak 1843’e kadar Dix, devlete bir dilekçe verdi ve bu acı çeken insanlara daha iyi bakım sağlamak için bir fon artışı istedi. Çok zorlu bir savaştı. Ancak devlet daha fazla bakım sağlamak için yasaları bırakıp Dix’i onayladığı için Dix, bu savaşın nihai galibi oldu.
Kaynaklar:
- [1]: Steven Pinker. (February 11, 2018). ‘Reason is non-negotiable’: Steven Pinker on the Enlightenment. https://www.theguardian.com/books/2018/feb/11/reason-is-non-negotioable-steven-pinker-enlightenment-now-extract.
- [2]: John Gray. (December 14, 2011). Freud: the last great Enlightenment thinker. https://www.prospectmagazine.co.uk/magazine/freud-the-last-great-enlightenment-thinker.
- [3]: Katie Birkwood. (May 20, 2016). Thomas Willis: the father of neurology. https://history.rcplondon.ac.uk/blog/thomas-willis-father-neurology.
- [4]: Dr. James W. Trent, Jr. Moral Treatment. https://www.disabilitymuseum.org/dhm/edu/essay.html.
- [5]: MedLinePlus.gov. Autonomic Nervous System Disorders. https://medlineplus.gov/autonomicnervoussystemdisorders.html.
- [6]: US National Library of Medicine. Early Psychiatric Hospitals & Asylums. https://www.nlm.nih.gov/hmd/diseases/early.html.
- [7]: Arlisha R. Norwood, NWHM Fellow. 2017. Dorothea Dix (1802–1887). https://www.womenshistory.org/education-resources/biographies/dorothea-dix.
Zümra Mihriban Akpınar
Yorumlar 4