Etrafımızdaki sesleri duymak birçoğumuz için gündelik yaşamın tipik bir parçası. Fakat güncel bir araştırmaya göre işitme yeteneğimizde meydana gelen değişimler konusunda oldukça duyarlı olmalıyız. Zira işitmede yaşadığımız ufak problemler ileriki yaşlarda karşılaşabileceğimiz demans ile bağlantılı olabilir. Demans; bir hastalık ya da sendrom ismi olmaktan ziyade hafızada, konuşmada ve benzer birtakım zihinsel aktivitelerde meydana gelen güçlükleri kapsayan bir tabir.
Yaşı 60’ın üzerinde 80,000’i aşan birey üzerinde yapılan çalışmalarda gürültülü bir ortamda, gürültüden bağımsız konuşmaları işitmekte zorluk çekenlerin demans riskinin çok daha yüksek olduğu belirtildi.
Araştırma işitmede yaşanılan sorunların demansın kesin bir belirtisi olmadığını ifade ediyor. Bahsedilen bireylerin sahip oldukları avantaj ise riskin farkında olmak. Bu sayede hem kendileri, hem de aileleri ve doktorları demansın semptomları ortaya çıkmadan önce alarma geçebilir.
Epidemilog ve Oxford Üniversitesinden çalışma yazarı Thomas Littlejohns ‘‘İşitme bozukluğuna ve bunun demans riskini artırıp artırmadığına dair özel bir ilgi var.’’ diye belirtiyor ve devam ediyor: ‘‘Öncelikle, bu sonuçlar gürültüde meydana gelen işitme bozukluğunun demanstan korunma yolunda umut verici bir hedef noktası olabileceğine işaret ediyor. ’’
2017de sigara kullanımı ve fiziksel inaktiviteye ek olarak işitme kaybı da demansın 9 temel, değişken risk faktörlerinden biri olarak listelenmişti. Dönüm noktası niteliğindeki bu Lancet raporu, 3 yeni risk faktörünü daha içerecek şekilde 2020 yılında güncellendi. Böylece ana risk faktörlerinin sayısı 12 oldu.
Bu noktada asıl önemli olan riskleri nitelerken kullandığımız ‘değişken’ kelimesi. Bahsi geçen temel risk faktörleri aslında gündelik yaşamımızın temel unsurlarından oluşmakta ve bizler yaşam kalitemizi artırma şansına sahibiz. Bunu başardığımızda hem vücudumuz tepeden tırnağa daha sağlıklı bir hale gelebilir hem de sağlık sorunlarıyla karşılaşma ihtimalimiz azalabilir.
Lancet raporunda bahsedilen 12 risk içinde, en önemli konuma işitme kaybının sahip olduğu tahmin edilmekte. Örneğin orta yaşlarda tanısı konulmamış işitme kaybı olan bireylerde gelecekte demans semptomları görülme olasılığı 5 kat daha fazla.
Oxford Üniversitesi araştırmacıları, yapılan çalışmayı detaylandırmak için UK Biobank verilerine erişim sağladı. Sözü edilen kurum; genetik ve çevresel faktörlerin, İngiltere’de yaşayan geniş bir nüfusun sağlık durumu ile olan ilişkisini ortaya çıkarmak için kurulan bir veri tabanı.
Çalışmalar kapsamında; 60 yaşın üzerinde sayısı 82,000’i aşan kadın ve erkeklerden oluşan bir grupta demans riski analiz edildi. Araştırmanın başlangıcında, daha önce demans belirtisi göstermeyen bu bireylerin işitme kabiliyetleri incelendi. İnceleme sırasında katılımcıların gürültülü ortamlarda konuşmaları işitme yetenekleri test edildi.
Tespit edilmek istenen, bu bireylerin gürültülü bir ortamda yapılan konuşmanın bazı kısımlarını ayırt edip edemedikleriydi. Bunun için katılımcılardan arka planda beyaz gürültü olan bir ortamda, kendilerine söylenen sayıları fark etmeleri beklendi. Beyaz gürültü, tıpkı beyaz ışığın bütün renkleri içermesi gibi insan kulağının algılayabileceği tüm seslerin birleşimine verilen isim. Vantilatör, elektrik süpürgesi ya da şelale sesi beyaz gürültünün örnekleri olarak sıralanabilir.
Yapılan incelemeden yaklaşık 11 sene sonra, sağlık raporlarına göre, teste katılanların 1,285i demans geliştirdi.
‘‘İncelenen bireyler arasında işitme problemi olanların demans riski, sağlıklı işitenlerinkinin neredeyse iki katıydı.’’ şeklinde ifade ediyor Littlejohns.
İlginç olan bir diğer nokta ise; gürültülü ortamda konuşmaları duymakta yetersiz kalan insanların neredeyse yarısının ve yapılan testte düşük performans sergileyenlerin yaklaşık olarak yüzde 42sinin işitmelerindeki problemleri rapor edememesiydi. Çünkü kendileri bu sorunların farkında değillerdi.
Araştırmacılar işitme bozukluklarının sosyal izolasyon ve depresyon gibi demans riskini etkilediği bilinen diğer faktörlerle bağlantılı olup olmadığına da kafa yordu. Çünkü bahsedilen iki durum da işitme güçlüğü çeken bireylerde varlık gösterebilirdi.
‘‘Ama durumun böyle olduğunu destekleyen çok az kanıt bulduk.’’ diye ifade ediyor Littlejohns.
Littlejohns ve arkadaşları sonuçtan iyice emin olmak için sahip oldukları verilerle birtakım kıyaslamalar daha yaptı. Bu noktada amaç insanların işitme performanslarının altta yatan, henüz tespit edilmemiş demanstan etkilenip etkilenmediğiydi. Yani sebep ve sonuç kronolojik olarak yer değiştirebilir; işitme demansı etkilediği gibi, demans da işitmeyi etkileyebilirdi.
Yapılan kıyaslamalardan biri de ilerleyen yıllarda demans gösteren bireylerin araştırmanın başında taşıdığı işitmeden kaynaklı riskler arasındaydı. Elde edilen sonuca göre; araştırmadan yakın bir süre sonra (3 yıl sonra) demans geliştiren bireylerin başlangıçta taşıdığı risk, nispeten daha geç (9 sene sonra) demans geliştiren bireylerin taşıdığı riskten daha fazla değildi. Yani başlangıçta eşit potansiyelde risk taşıyan bireylerde demansa rastlanma süresi birbirinden farklıydı.
Bahsettiğimiz araştırma işitme kaybı ve demans arasında bir bağlantı ortaya koyan ilk çalışma değil. Fakat çalışmayı yürüten ekibin belirttiği üzere, bu araştırmanın ilkler arasında yer almasını sağlayan şey demans riskinin ve insanların işitme yeteneklerinin günlük yaşamımızdaki tipik gürültülü ortamlarda incelemesi.
İşitmede problem yaşayan insanların daha yüksek demans riski taşıdığı Avustralya ve Tayvan’da yapılan geniş kapsamlı araştırmalarda da belirtilmişti. Fakat bu araştırmalar Littlejohns ve ekibinin araştırmalarından farklı olarak verilerini işitme kaybını gösteren tıbbî kayıtlar ve hasta beyanlarından elde etmişti.
Bir araştırma kuruluşu olan Alzheimer’s Research UK’den nörolog Katy Stubbs, Oxford Üniversitesi’nin araştırmasından böyle bahsetmiştir: ‘‘UK Biobank gibi büyük araştırma kuruluşları; demans benzeri durumlarla bağlantılı genetik, sağlık ve yaşam tarzı faktörlerini tanımlamak için güçlü araçlardır. Fakat bu tip araştırmalarda sebebi ve sonucu birbirinden ayırmak her zaman zor olmuştur.’’
Unutulmaması gereken nokta Epidemiyolojik araştırmalarının yapabileceğinin en iyisinin belirli bir insan topluluğunun sağlık durumunun çevresel faktörlerle olan ilişkisini ortaya koymak olduğudur.
‘‘Bu tip bir araştırmada nedensellik ilkesine¹ göre çıkarım yapılamayacağını akılda tutmak oldukça önemli.’’ diye ifade ediyor ve ekliyor Littlejohns ‘‘Fakat yürütülen çalışma, işitme bozukluğunun demans riskini azaltmak konusunda yönelenebileceğimiz bir nokta olduğunu mevcut literatüre ekler. ’’
Şunu da unutmayalım: Bu araştırma kulaklarımızı işitme bozukluğuna karşı korumamızı öneriyor. Kulak tıkaçları ve kış kulaklıkları kullanmak ya da insanların işitme cihazıyla daha iyi duymalarına katkıda bulunmak, dünyada çapında milyonları etkileyen demansın riskini azaltmada etkili olabilir.
Bahsedilen araştırmada incelenen bireyler arasında işitme cihazı kullananların sayısı bu konuda -işitme cihazı kullanan bireyler hakkında- kesin bir sonuca varmak için oldukça azdı ve daha fazlasını söylemek için klinik denemelere ihtiyaç duyulacak. Fakat demansı anlamak ve ondan korunmada umut vaat edebilecek yeni bir araştırma alanın ortaya çıktığı bir gerçek.
Nedensellik ilkesi¹: olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her sonucun bir nedeni olması ya da her sonucun bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması ya da belli nedenlerin belirli sonuçları yaratacağı, aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceği iddiasını içeren felsefe terimi.
Alzheimer’s & Dementia: The Journal of the Alzheimer’s Association.
Ebrar Özkan