Hz. Muhammed’in MS 632’deki vefatına rağmen İslam ve İslam İmparatorlukları neredeyse hiç zaman kaybetmeden büyümeye devam etti. 100 yıldan kısa bir süre içinde halifeliklerin altındaki bu İmparatorluklar; Afrika, Avrupa ve Asya kıtalarına serpildi.
İslam İmparatorlukları genellikle sanat ve ihtişamla ilişkilendirilir. Orta Doğu’daki Bağdat, Şam, Kahire gibi ve İspanya’daki Cordoba gibi dönemin belli başlı İslam şehirleri, dünyanın en zengin şehirleri olarak kabul edilmiştir.
En üstteki fotoğrafta gördüğünüz El Hamra Sarayı, İslam İmparatorluklarının sanatını ve ihtişamını bizlere hatırlatan eserlerden biridir. Ancak İslam İmparatorluklarının en büyük katkısını yaptığı “Bilgelik Evi” dönemi, özellikle Abbasiler (MS 750-1258) sayesinde bilginin bolca geliştiği bir dönem oldu ve İslam’ın Altın Çağı olarak biliniyordu.
Özellikle Bağdat; ünlü “Bilgelik Evi”ni barındırdığı için Dünya Bilgi Başkenti olarak kabul edildi. Bilgelik Evi; araştırma, bilimsel çalışma, akademik değişim ve çeviri merkezi olarak işlev gördü. Hindistan, Çin, İran ve Avrupa’dan bilginler buraya gelir ve önemli eserleri ve bilgileri Sanskritçe, Çince, Farsça ve Yunancadan Arapçaya çevirirdi.
Antik çağın önemli eserlerinin çoğunun bugüne kadar gelebilmesi bu bilginler ve onların çevirileri sayesinde olmuştur.
Başka hiçbir bilim insanı; İslam imparatorluğunun bilim ve matematik alanına katkılarını El-Harezmi’den daha iyi özetleyemez. 780 doğumlu tarihin en büyük bilginlerinden olan Hârizmî ya da tam adıyla Ebû Ca’fer Muhammed bin Mûsâ el-Hârizmî, aslında matematikçiydi. Coğrafya, Astronomi ve Mühendislik gibi çeşitli alanlarda da büyük katkıları vardır.
Zamanının en iyi bilinen gökbilimci, matematikçi, coğrafyacı Batlamyus(Ptolemy) dünya haritasını oluştururken daha önceki büyük tarih astronomlarının çalışmalarını gözden geçirdi ve yanlışlarını düzeltti.
Ancak El-Harezmi’nin en kalıcı katkısı; modern cebir alanına öncülük eden ve Arapça yazılan “Kitâb al-Mukhtasar fî Hisâb al-Jabr wa’l-Muqâbala” (Cebir ve Denklem Hesabı Üzerine Özet Kitap) kitabıydı.
Kitabın başlığındaki Al-Jabr Arapçada, negatif miktarları pozitif yapmak için denklemin diğer tarafına taşımak ve Al-Muqabala, denklemin iki tarafından aynı miktarların ortadan kaldırılması anlamına gelir. Bunlar temelde cebir kullanarak bir denklemi çözmenin iki yapı taşıdır.
Aslında “Cebir” kelimesi “El-Jabr” kelimesinden türetilmiştir ve bu yüzden El-Harezmî Cebir’in babası olarak kabul edilir. Matematiksel hesaplama ile ilgili bir prosedür veya kurallar dizisi anlamına gelen “Algoritma” kelimesi ise Harezmi’nin “Algoritmi” olarak yazılan Latince isminden türetilmiştir.
El-Harezmi’nin en büyük ve kayda değer katkılarından biri de Hint-Arap Rakam Sistemi’ni savunmasıydı.
Brahmagupta (Hint matematikçi ve gökbilimcidir) gibi önemli Hintli matematikçilerin çalışmalarını inceleyen El-Harezmi özellikle o zamanlar başka hiçbir sistemde kullanılmayan 0 kavramının ve 0-9 arasındaki rakamların gücünü ve potansiyelini biliyordu. Bu nedenle matematikle ilgili çalışmalarını bu sistemi kullanarak kağıda döktü.
Fibonacci gibi matematikçilerin daha sonra bu sayı sistemini Avrupa’ya taşıyabilmeleri, El-Harezmi’nin tercüme edilmiş çalışmaları sayesinde oldu.
Bu nedenle sayı sistemi ilk olarak Hindistan’da oluşturulmuş olmasına rağmen, Avrupa’da Arap Rakamları olarak bilinir hale geldi ve şimdilerde ise Hindu-Arap rakamları olarak biliniyor.
El-Harezmi, İslam’ın Altın çağında çeşitli sektörlerin gelişimine katkıda bulunan birçok bilim adamı ve sanatçıdan sadece biriydi. Tarihe damgasını vuran; dünyayı sanat, kültür ve bilgi açısından eskisinden daha zengin kılan bu bilim insanlarının yanı sıra bölgenin genel kültürünün de bu gelişimlere katkısı olmuştur.
Örneğin Bağdat; bugün sahip olduğumuzdan çok daha farklı olarak bir zamanlar bilgi, araştırma ve yenilik için dünya başkentiydi. Dolayısıyla tarih, unutulmuş birçok kahramanın ve tarihsel anlamda etkisi olan birçok şehrin katkılarının bir hatırlatıcısı olarak işlev görebilir. Aynı zamanda farklı bölge ve kültürlerin katkılarını tanımamıza ve takdir etmemize yardımcı olur.
Unutmayın, bahsettiğimiz çağ, genellikle Avrupa’da karanlık bir çağ olarak kabul edildiğinden dolayı tarihte Karanlık Çağlar olarak anılır. Ama gördüğümüz gibi, dünyanın diğer bölgelerinde karanlıktan söz edilemiyordu bile.
Bu dönem özellikle İslam İmparatorluklarında, eşi görülmemiş bir büyüme ve gelişme dönemiydi. İslam İmparatorlukları, Rönesans döneminden çok önce bilim, matematik ve sanatta ilerlemişti.
Dolayısıyla tarih, bize sadece tipik Avrupa merkezli merceklerden değil, farklı perspektiflerden bakmayı da öğretir.
İslam imparatorluklarının etkisi tarihte sonsuza kadar sürecek olsa da, Altın Çağı’ın sonu, Bağdat’ın başka bir imparatorluk tarafından bir savassta yağ~malandığı 1258 civarında olduğu düşünülür.
Kısa sürede tarihe izini silinemez bir şekilde bırakabilen bir imparatorluğun sonunu yazmak için eşit derecede dikkate değer bir şey gerekirdi. Ve bu da İslam Altın Çağı’nda daha önce hiç görülmemiş bir hızla kendi topraklarını oluşturacak bir imparatorluktu.
Eylül Ustaoğlu
Yorumlar 1