Atlantis insanları her zaman büyülemiştir ve hatta MÖ 360’da Platon insanlara Atlantis’in kurucularının yarı tanrı, yarı insan olduğunu anlatmıştı.
Atlantisliler Platon’dan 9000 yıl önce ütopik bir uygarlık yarattılar. Ancak toprakları dalgaların altına battığında her şey sular altında kalıp birer mezara dönüştü.
2500 yıl geçmesine rağmen Atlantis fikri, bilim insanlarını onun asla var olmadığını iddia eden ya da sadece fantastik bir masal olduğunu öne süren tartışmalarla şaşırtıyor. Ne de olsa Platon, hikâyenin yüzyıllar boyunca şairler ve rahipler tarafından aktarıldığını, dolayısıyla da kōkenlerinin kolayca çarpιtıImış olabileceğini söylemişti.
Kōkeni ne olursa olsun, tarihin bir noktasında gerçekten var olan bir Atlantis var mıydı? Yemyeşil ormanları, egzotik hayvanları ve nadir kaynakları olan büyük bir kara kütlesi olduğunu biliyoruz ve deniz seviyesi yükseldiğinde battığını da biliyoruz. İlginçtir ki, bu toprakların oluştuğu ve çöktüğü tarihler Platon’un hikayesiyle örtüşüyor, yani sonuçta Atlantis bir gerçeklik unsuru olabilir.
Peki, bu yer neredeydi, orada kim yaşıyordu ve suların altına nasıl battı?
Mezolitik İnsanlar İçin Bir Ev
Yaklaşık 12.000 yıl önce, son buzul çağının sonunda dünya çok farklı görünüyordu. Deniz seviyeleri çok daha düşüktü ve bugün su olan geniş alanlar eğimli tepeler ve bataklıklarla kaplıydı.
Avrupa ile Britanya arasında bir yer vardı. İngiliz Kanalı ve Kuzey Denizi yerine, bölge tamamen verimli topraklarla kaplıydı. Yaklaşık 18.000 mil karelik bu bölge Doggerland’dı ve binlerce insana ev sahipliği yapıyordu. Bu bağlantı köprüsü olmadan, Britanya hiçbir zaman insanlar ve hayvanlar tarafından sömürgeleştirilmemiş olabilirdi.
Doggerland’da yaşayan insanlar hakkında fazla bir şey bilmesek de Kuzey Denizi’nde ortaya çıkarılan eserler, bir noktada çok sayıda yerleşimin olabileceğini gösteriyor. Ovalar inanılmaz derecede verimli olduğundan topraklar bir tür cennet olabilirdi. Devasa çayırlar, hafifçe inişli çıkışlı tepeler ve geniş ormanlık alanlar hayal edin.
İnsan nüfusu başlangıçta avcı-toplayıcılar ve çiftçiler olurdu, ancak bol kaynaklar sayesinde sofistike bir medeniyet geliştirmeleri pek olası değil. Ne de olsa kaynakları bol olan başka bir uygarlığın piramitleri bu sıralarda inşa edebildiğini unutmamalıyız.
Ancak Platon, Atlantis’i tarif ederken tek bir kara kütlesinden değil takımadadan bahseder. Doggerland, Norfolk’tan Danimarka’ya kadar uzanmasına rağmen her zaman böyle değildi.
Yaklaşık 3.000 yıl sonra Kuzey Denizi yükselmeye başladı, yavaş yavaş Doggerland’ın verimli topraklar olma planını yuttu ve sadece, en büyüğü Dogger Adası olarak adlandırılan birkaç adayı bıraktı. İnsanların bu adalarda ne kadar süre yaşadığını söylemek zor ama muhtemelen yüzyıllarca kaldılar. Bu Doggerlander’ın denizci bir ulusa dönüşmesi için yeterli zaman olurdu.
Yalıtılmış olduklarından adanın kaynaklarını sömürerek veya yakındaki Britanya’yı yağmalayarak büyük miktarda servet biriktirmiş olabilirler. Vikinglerin Mezolitik eş değeri ya da barışçıl ve gelişmiş bir uygarlık olabilirler. Tam olarak asla bilemeyeceğiz. Ancak Platon’un teorileri bu adanın kuruluşuyla oldukça dikkat çekici bir şekilde örtüşüyor.
Takımadalara ne oldu
Bazı bilim insanları, 8.500 yıl önce kuzeybatı Avrupa’yı vuran Storegga tsunamisi adlı büyük bir dalganın takımadaları sular altında bırakmasından sorumlu olduğuna inanıyor. Ancak son zamanlarda bu teorinin doğruluğu sorgulandı.
Tsunami vυrduğunda, Doggerland’ın kara kütlesinin çoğu zaten sular altındaydı ve kalan adalar deniz seviyesinin oldukça üzerindeydi. Tsunami muhtemelen hasara neden oldu, ancak tsunamiden sonra bile Dogger Adası’nda hala 1000km² arazi mevcut olacaktı.
Yine de iklim değişiyordu ve deniz seviyeleri yavaş da olsa yükselmeye devam edecekti. Dogger Adası bile bin yıllık yükselen deniz seviyelerine katlandıktan sonra ortadan kaybolacaktı. İnsanları çoktan gitti, yerleşimleri terk edildi, ama mirası? Geriye kalan her şey bizim onu tanımamız için gerekli.
En iyi zamanlarında Doggerland, mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer olurdu. Ilıman çayırları; mamutlar, yaban öküzleri ve kızıl geyikler de dahil olmak üzere çok sayıda hayvanı beslerdi.
Deniz seviyeleri yükselmeye devam etse bile arazi gelişecek ve Avrupa’nın herhangi bir yerindeki en zengin av ve balıkçılık alanlarından birine dönüşecekti. Belki de bu, Platon gibi bilginlere aktarılan hikayeydi.
Buranın bir bolluk ülkesi, başka hiçbir yerde olmayan bir tür cennet olduğu hikayesi. Hâlâ hakkında öğrenecek çok şeyimiz var ama sırlarını ortaya çıkardıkça Atlantis hikayesinin nasıl başladığını ve suların altına nasıl battığını anlatabiliriz.
Zümra Mihriban Akpınar