Antik yeraltı mezarlarından modern metrolara kadar, insanlar her zaman kısa süreli periyotlarda yer altına seyahat ettiler. Ama tüm insan toplulukları hiç yer altında yaşamışlar mıdır? Evet, ancak tarih boyunca yalnızca acil durumlarda ve başka seçenekleri olmadığında yaşamışlardır. Ancak son yıllarda bu durum değişmeye başlamıştır.
Underground: A Human History of the Worlds Beneath Our Feet” (Random House, 2019) kitabının yazarı Will Hunt; “Yeraltı hakkında bilinmesi gereken önemli şey, oraya ait olmadığımızdır. Biyolojik ve fizyolojik olarak, bedenlerimiz yeraltı yaşamı için tasarlanmamıştır.” demiştir. “Yine de yer altına geri döndüğümüz anlar vardır.”
Tarih boyunca insanlar çeşitli nedenlerle geçici olarak yeryüzünün alt kısmında yaşamışlardır. Hunt, verdiği söylevde, “Eğer ellerinde ev yapmak için mevcut malzeme olmasaydı, yer altına evler kazarlardı.” demiştir. Zorlu iklim şartlarındaki yerlerde insanlar yazın serinlemek için, kışın ise ısınmak için yerin altına inmişlerdir. Yeraltı, ayrıca düşmanlardan saklanmak için de güvenli bir sığınaktı.
Örneğin, eski insanlar, hem hava koşullarından hem de savaştan korunmak için, şimdi Türkiye’deki Kapadokya’nın ünlü yeraltı şehirlerini inşa ettiler. Hunt, “Coğrafi açıdan çok elverişli bir yerdeydiler,” demiştir. “Sürekli saIdιrıya uğruyorlardı.” Sakinler, aciI durumlarda yer altına çekildiler, ancak orada uzun süre, belki de haftalarca kalmadılar.
Atlas Obscura’ya göre, Kapadokya’daki en büyük yeraltı şehirlerinden biri, yedinci veya sekizinci yüzyıllara dayanan ve yaklaşık 20.000 kişiyi barındırabilecek olan Derinkuyu’dur. National Geographic’e göre, Jeofizikçiler, bölgede yakın zamanda keşfedilen başka bir şehrin 5 milyon fit kare (460.000 metrekare) genişliğinde ve 371 fit (113 m) derinlikte olabileceğini bulmuşlardır. Eğer doğruysa, bu yakın zamanda bulunan Kapadokya şehrini Derinkuyu’dan yaklaşık üçte bir oranında daha büyük hale getirecektir.
Hunt, Kapadokya’nın yeraltı şehirlerinin bir “mimari harikası” olduğunu söylemiştir. Wells su tabakasının derinliklerine daldı. Yüzeye çıkan delikler havalandırma bacası görevi gördü. Antik insanların şehre girişlerin önüne yuvarladığı büyük, dairesel taşlar da dâhil olmak üzere koruma katmanları, içeridekileri yüzeydeki istiIacıIardan ayırdı.
Bununla birlikte, tüm yeraltı konutları Kapadokya’dakiler kadar karışık değildi. Hunt, insanların doğal ve insan yapımı mağaralarda da yaşadıklarını belirtti. Yapay mağaralar, örneğin tüften yapılmış taş tepeler, kazılması kolay yumuşak bir volkanik kaya gibi doğru jeolojiye sahip her yerde bulunabilir. “Bunlar çok olağan.” dedi. “Dünyanın her yerinde mağaradan evler yapan insanlara rastlarsınız.” Smithsonian Magazine’e göre, günümüz Avustralya’sında bile, Coober Pedy adlı bir kasabada, nüfusun yaklaşık yarısı “sığınaklarda” veya tepelerin kenarlarına oyulmuş deliklerde yaşıyor.
Birçok ötekileştirilmiş insan, modern şehirlerin terk edilmiş altyapısındaki yeryüzünün altında barınak buldu. Hunt, New York’ta 1980’lerde olduğundan daha az sayıda “köstebek insanı” olduğunu, ancak belki de 1000’den fazla evsiz insanın bu şehrin sokaklarının altında bulunan tünellerde yaşadığını söylemiştir. Pek çok evsiz de Las Vegas’ın altında yer alan tünellerde yaşamlarını sürdürmektedir. Ve yetimlerden oluşan büyük topluluklar Romanya’nın Bükreş kentinde sokakların altında yaşamlarını idame ettirmektedirler.
Daha fazla insan şehirlere taşındıkça, bu şehir sakinlerinin çoğu yeraltına taşınabilir. Singapur gibi yerler aşağı yönlü yapı inşası ile ilgili seçenekleri araştırmaktadır. Nottingham Üniversitesi’nin Malezya kampüsünde, yeraltında olma psikolojisini inceleyen psikoloji yardımcı doçentlerinden Eun Hee Lee, bunu yapmak için gereken teknolojinin zaten burada mevcut olduğunu söylemiştir. Buradaki zorluk, insanları yeraltına taşınmaya razı etmektir.
Lee, “Aydınlatma, oda büyüklüğü, tavan yüksekliği ve ortamın diğer fiziksel özellikleri yer üstü ile tutarlı olduğu sürece, aslında, yerin altında olmanın olumsuz psikolojik etkilere neden olduğu henüz gösterilmemiştir.” ifadelerini kullanmıştır. Örneğin, yansıtıcı boya gibi malzemeler kullanarak doğal güneş ışığının yeraltı alanlarını aydınlatmaya yarayan ışık bacaları gibi teknolojiler, güneş ışığı eksikliğinden kaynaklanan depresyon ile savaşabilir. Lee, insanların kendilerini yüzeydeki akranlarından soyutlanmış hissedebileceklerini ve kontrol eksikliği hissedebileceklerini, ancak bu duyguların yönetilebilir olduğunu belirtmiştir. Buna rağmen, insanlar hala yeraltında yaşama fikrine sıcak bakmamaktadır.
Lee, Her halükarda, Dünya çapındaki insanların, Kanada’nın Montreal kentinde bulunan ve alışveriş merkezleri, ofisler, oteller ve okulları içeren 20 milden uzun bir yeraltı şehri olan RÉSO gibi zemin hazırlayıcı yerlerden ilham alarak, çok geçmeden harekete geçmeye başlayacaklarını düşünmektedir. “Gerçekten, çok yakında yer altına ineceğiz. En az 30 yıl içinde daha fazla yeraltı çalışma ortamına, daha fazla yeraltı eğlence yerine sahip olunacak.” demiştir. “Çok yakında bizimle olacak. Sadece bir fikir olarak kalmayacak.”
Sara Özdemir