Son birkaç yüzyıldır yükselişte olan dünya nüfusu, 1804’te yaklaşık 1 milyarken 2017’te 7 milyara ulaştı. Bu süre içinde, nüfusumuzun yiyecek üretebilme kapasitemizi aşarak yaygın bir kıtlığa yol açabileceği endişesi doğdu. Hatta bazı Malthusçular* kaynaklar tükendikçe nüfusun sürdürülebilir bir sayıya ulaşana kadar kitlesel ölümlerle kendini “kontrol edeceği” görüşünü benimsedi.
(Malthusçuluk, 1766-1834 yılları arasında yaşayan İngiliz ekonomisti Thomas Malthus tarafından ortaya atılan ekonomik doktrin.
Thomas Robert Malthus, nüfusun halkın kullandığı geçim araçlarından daha hızlı geliştiğini ve kapitalizm koşullarında işçi sınıfının yoksulluğunun, işçilerin kapitalist sömürüsü nedeniyle değil, nüfusun hızlı gelişmesi sebebiyle meydana geldiğini iddia etmiştir.)
Bütün bunlar olurken çiftçilikteki gelişmeler, uygulamalardaki değişiklikler ve yeni tarım teknolojisi bize 10 milyar insanı doyuracak kadar yiyecek sağladı ancak bu yiyeceklerin dağıtım şekli kıtlığa ve açlığa yol açtı.
Biz kaynaklarımızı kullanırken ve iklim krizi daha da kötüleşirken (bunlar değişebilir ancak şu an için böyle devam ediyor) ihtiyacı olanlara dağıtmayı başaramasak bile her zaman ihtiyacımızdan daha fazla gıda ürettik.
Herkes kaynakların yetmeyeceğinden endişelenirken 1970’lerde davranışçı bir araştırmacı başka bir soruyu cevaplamak istedi: Eğer bütün isteklerimiz ve ihtiyaçlarımız karşılanırsa ne olur? Bu çalışmaya göre cevap, kısa sürede kıy∂mete yol açacak kadar büyük derecede bir yamyamlıktı.
John B Calhoun, esasen kemirgen hayvanların her türlü temel ihtiyacını karşılayacak bir dizi deney kurdu ve zaman içinde nüfus üzerindeki etkisini izledi. Bu deneylerden en kötü şöhrete sahip olan ise 25. Evren (Universe 25) olarak adlandırıldı.
Calhoun bu çalışmada, dört çift doğurgan fareyi bir “ütopya” içine yerleştirdi. Çevre, vahşi doğada öIüme yol açabilecek sorunları ortadan kaldırmak üzere tasarlanmıştı.
Aynı anda 25 fareyi besleyebilme kapasitesine sahip olan tünellerle ulaşılabilen 16 adet beslenme hunisi ve onların hemen üzerinde yer alan su şişeleri sayesinde sınırsız yiyeceğe erişimleri vardı. Yuva yapma materyalleri de mevcuttu.
Hava, fareler için mükemmel sıcaklık diyebileceğimiz 20°C’ye sabitlenmişti. Fareler, Ulusal Sağlık Enstitüleri üreme kolonisinden sağlık durumlarına göre alınmıştı. Ortama herhangi bir hastalık girişini engellemek için üst düzey önlemler alınmıştı.
Bunların yanında ütopyada hiçbir yırtıcı hayvan bulunmuyordu, bu da bir nevi amaca uygundu. Sonuçta “Bir ütopyada yaşıyoruz ama aslanlar birer birer hepimizi avlıyordu” gibi bir anlayış söz konusu olamazdı.
Böylece deney başladı ve bekleyeceğiniz üzere fareler normalde yiyecek ile barınak aramak için harcayacağı zamanı cinsel ilişkiye yöneltti. Yaklaşık olarak her 55 günde bir, farelerin kafeste en çok istenilen ve ulaşımı kolay olan yemek tünellerini doldurması ile nüfus ikiye katlandı.
Nüfus 620’ye ulaştığında, nüfusun ikiye katlanma hızı her 145 günde bire düştü ve fareler arasında sorunlar çıkmaya başladı. Farelerin küçük gruplara ayrılmasıyla bu gruplarda bir yer edinemeyenler kendini boşlukta buldu.
Calhoun, 1972’te “Doğal ekolojik düzendeki olayların normal seyrinde, gerekenden biraz daha fazla sayıda genç üye, yaşlanan ya da ölen dostlarının yerini almak için hayatta kalır,” dedi. “Sosyal olarak uygun bir yer bulamayan fazlalıklar başka bir yere göçer.”
Buradaki “fazlalıklar” ise gidecek başka bir yerleri olmadığı için göç edemezdi. Kendine uygun bir sosyal rol bulamayan fareler -normal şartlarda bile az sayıda rol varken böyle bir ütopyada Ratatouillevari bir şefe ihtiyaç yoktu- izole oldu.
Çalışmada “Fiziksel ve psikolojik olarak başarısız olan erkekler geri çekildi; çok tembel hale geldi ve merkeze yakın olan büyük havuzlarda kümelendi.
Bu noktadan itibaren arkadaşları ile iletişimi kestikleri gibi davranışları da diğer erkeklerin saIdırılarına yol açmadı.” yazıldı. “Öyle olsa bile diğer çekingen erkeklerin saIdırısı sonucu oluşan birçok yara ve yara izi yüzünden diğerlerinden ayırt edilebilir hale geldiler.”
Çekingen erkekler, saIdırılar sırasında sabit bir şekilde yatarak olduğu yerde durur ve tepki vermezdi. Daha sonrasında aynı şekilde diğerlerine saIdırırdı. Bu izole erkeklerin dişi eşleri de aynı soyutlamaya tabiydi.
Bazı fareler ise bütün gününü kendilerini temizleyerek, çiftleşmekten kaçınarak ve hiçbir kavgaya katılmayarak geçirirdi. Bu yüzden harika tüyleri vardı ve şaşırtıcı bir şekilde “güzel olanlar” olarak adlandırıldılar.
Rutin fare davranışlarının bozulması sadece dışlananlarla sınırlı değildi. “Alfa erkekler” nedensiz bir şekilde ya da kendilerine hiçbir yararı olmayacağı halde sinirlenip diğerlerine saIdırdı ve düzenli olarak hem erkek hem dişi farelere tecavüz etti. Bu ş’ddetIi karşılaşmalar bazen birbirlerini yemeleri ile sonuçlandı.
Bütün ihtiyaçları karşılanmasına rağmen -ya da karşılandığı için- anneler genç çocuklarını terk etti ya da onları tamamen unutarak kendi başlarının çaresine bakmalarını istedi. Ayrıca yuvalarına izinsiz girenlere karşı saIdırgan hale geldiler ve normalde bu rolü üstlenecek olan erkekler ütopyanın diğer kısımlarına sürüldüler.
Bu saIdırganlık giderek yayıldı ve anneler düzenli olarak çocuklarını öldürmeye başladı. Ütopyanın bazı bölgelerinde bebek öIümIeri %90’a ulaştı.
Bunların hepsi “ütopyanın” çöküşünün sadece ilk bölümüydü. Calhoun’un “ikinci öIüm” olarak adlandırdığı aşamada, genç fareler annelerinin ve diğerlerinin saIdırılarından kurtulsa bile bu olağandışı fare davranışları ile büyüyordu. Bunun bir sonucu olarak da bu fareler, normal fare davranışlarını öğrenemeyip çiftleşmeye çok az ilgi gösterdi veya hiç ilgi göstermedi; tek başına beslenmeyi ve temizlenmeyi tercih etti.
Nüfus 2200’de zirve yaptı (“evrenin” asıl kapasitesi olan 3000’den az) ve sonra düşüşe geçti. Farelerin çoğu yavrulamaktan vazgeçip üst katlara çekilirken diğerleri aşağıda düzenli olarak diğer gruplara saIdıracak ve onları yiyecek ş!ddet eğilimli çeteler oluşturdu.
Düşük doğum oranı ve yüksek bebek öIümIerinin ş!ddetIe birleşmesiyle kısa sürede bütün koloninin soyu tükendi. Bu fare kıyameti sırasında herkese bol bol yetecek kadar besin vardı ve hepsinin tüm ihtiyaçları karşılanıyordu.
Calhoun, bu kıyametin nedenini “davranışsal çöküş” olarak adlandırdı.
“Fare gibi basit bir hayvan için en karmaşık davranışların birbirlerine kur yapma, anne bakımı, bölgesel savunma, hiyerarşik grup içi ve gruplar arası sosyal organizasyon olduğu söylenebilir.” yazdı.
“Bu işlevlerle ilişkili davranışlar gelişemeyince sosyal organizasyondan ve üremeden de söz edilemez. Çalışmada da belirttiğim üzere, nüfusun bütün üyeleri yaşlanacak ve sonunda ölecek. Türler yok olacak.”
Calhoun bu fare deneyinin insanlar için de geçerli olabileceğine inandı ve bir gün bütün ihtiyaçlarımızın karşılanma ihtimaline karşı uyarıda bulundu.
“İnsan kadar karmaşık bir hayvan söz konusuyken benzer bir olay dizisinin türün yok oluşuna yol açmaması için hiçbir neden yok. Eğer rol edinme olasılıkları, rolleri doldurabilecek ve yerine getirebilecek umudu olan kişilerin beklentisinin çok altında kalırsa ş!ddet ve dolayısıyla sosyal örgütlenmenin çöküşü kaçınılmazdır.”
O zamanlarda deney de sonuç da oldukça ilgi çekti ve insanların kentsel alanlardaki kalabalıklaşmanın “ahlaki çürümeye” yol açacağı düşüncesiyle örtüştü (tabii ki bu, yoksulluk ve ön yargı gibi birçok faktörü göz ardı ediyor).
Ancak yakın zamanda deneyin insanlara bu kadar basit bir şekilde uyarlanıp uyarlanamayacağı ve aslında öncesinde inandığımız şeyleri temsil edip etmediği sorgulanmaya başlandı.
Tıp tarihçisi Edmund Ramsden 2008’de fare ütopyasının sonunun “kalabalıktan değil, aşırı sosyal etkileşimden” kaynaklanabileceğini söyledi. “Calhoun’un bütün fareleri çılgına dönmemişti. Mesafeyi kontrol etmeyi başaranlar görece normal bir hayat sürdü.”
Bunun yanında, deney, nüfus problemi yerine daha saIdırgan farenin bölgeyi kontrol ettiği ve diğerlerini dışladığı bir ortam yarattığı için eleştirildi. Gerçek dünyadaki gıda üretiminde olduğu gibi sorun, kaynakların yetersizliğinden değil, o kaynakların kontrol edilme biçiminden ortaya çıkmış olabilir.
Zehra Güzelhan