Yeni araştırmaya göre, tarih öncesi çağlarda çocukların öIüm oranı, inandığımız kadar dehşet değil. Tarih öncesi bebeklerin yaklaşık yüzde 40’ının yaşamları ilk yılında öldüğü zaman genelde bildirilmektedir. Ancak Avustralya’daki antropologlar, 97 ülkeden on yıllık modern Birleşmiş Milletler (BM) nüfus verilerini analiz ettikleri zaman, bu yaygın inanca meydan okuyabilecek kanıtlar buldular.
Buna karşılık, tahmini doğurganlık oranlarını yansıtmak yerine, bebek ve çocukların öIüm oranlarının kaç insanın öleceğini belirlediği şekilde hatalı varsayıma dayanıyor gibi görünüyordu. Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden antropolog Clare McFadden, “Bir defin örneğinde çok sayıda ölen bebek varsa, o zaman bebek öIümleri yüksek olmalı,” şeklinde açıklıyor.
“Birçoğu, modern sağlık hizmetinin olmadığı zamanlarda bebek öIümlerinin çok yüksek olduğunu varsayıyordu. Bu cenaze örneklerine baktığımızda, aslında bize doğan bebeklerin sayısı hakkında daha fazla bilgi veriyor; geçmişteki algılara ters düşen, ölmekte olan bebeklerin sayısı hakkında çok az şey söylüyor.” Başka bir deyişle, araştırmacılar, antik çağda gōmülen çocuk sayısının ve bebeklerin öIüm hızından ziyade, doğma hızını daha güçlü bir göstergesi gibi göründüğünü öne sürümekteler.
Antik mezar bölgeleri, insanların tarih öncesi çağlarda, binlerce yıl önce nasıl yaşadıklarına dair elimizdeki en iyi kanıtlardan bazılarıdır, fakat bu bölgeler bize her zaman çok fazla fiziksel kanıt vermiyor, yani bulunanları yanlış yorumlamak mümkün.
Sonuç olarak, daha fazla sayıda bebek doğduğu zaman, öIüm oranı sabit kalsa bile daha fazla bebek ölmüş denecektir. Araştırmacılar, bunun son on yılda doğan çocuklar için geçerli olduğunu gösterdi. Beklenildiği gibi, öIü doğan çocuklar, yeni doğan bebekler ve 5 yaşın altındaki çocuklar için bugünün öIüm oranı, en hızlı şekilde toplam doğurganlık hızı tarafından tahmin edilmektedir, yine de doğan çocuk sayısı tüm çocukluk öIümlerini açıklamıyor.
Farklılıkların yüzde 40’a kadarı, muhtemelen değişkenlerin karmaşık bir etkileşiminden ve diğer bilinmeyen faktörlerden kaynaklanıyor gibi göstermektedir. Doğurganlık oranının kendisi sosyoekonomik durum, yetersiz beslenme, hastalık ve bakıma erişim gibi, bütün potansiyel olarak birbiriyle etkileşime girebilecek bir dizi diğer faktörlere değiniyor.
Araştırmacılar, “bu test edilen oranların bebek ve çocuk öIümleri için özellikle etkili deliller olmadığını, bu nedenle, doğurganlığın bebek öIüm oranları üzerindeki etkisi oldukça karmaşıktır ve destekleyici kanıtlar olmadan nedensel olarak kabul edilmemelidir.” İlginç bir şekilde, Japonya ve İzlanda gibi bazı ‘düşük doğurganlığın’ olduğu ülkelerde, doğurganlığın hızı bebek öIüm oranını etkilemesinden daha da fazladır.
Öte yandan, Mali gibi yüksek doğurganlığa sahip olan ülkelerde, bebek öIüm oranının daha yüksek olduğu Sierra Leone gibi ülkelerle karşılaştırılsa bile, nispeten daha yüksek bir çocuk öIüm oranı olur. Açıkçası, Mali’deki bebek öIüm oranı tamamen düşük bebek öIüm oranından kaynaklanmıyor, daha çok kaç bebeğin doğduğuyla alakalı olduğu bir gerçek.
Bu sonuçların ışığında araştırmacılar, antik bebek cenazelerini nasıl yorumlandığına dair daha bütünsel ve bağlamsal bir yaklaşım aramamız gerektiğini söylüyorlar. Eski zamanlarda gōmülü çok sayıda çocuk olması, tarih öncesi annelerin çocuklarına bakmakta zorlandıkları anlamına gelmez. McFadden, “O dönemlerde anneler çok fazla bebeği olmuşsa, küçük çocuklara bakabilecek durumda olduklarını öne sürmek mantıklı görünüyor” diyor.
“Sanat temsilcileri ve popüler kültür, atalarımızı arkaik ve yetersiz insanlar olarak görme eğilimindeler, onların duygusal deneyimlerini, öz bakım sağlama gerekçelerini, keder gibi duygularını on binlerce yıl öncesine kadar uzanmaktadır, bu yüzden bu duygusal ve insani rivayete empatik yön geliştirmek gerçekten önemlidir.”
Çalışma Amerikan Biyolojik Antropoloji Dergisi’nde yayınlandı.
Çeviren: Fatime ABİK